Connect with us

Yazarlar

DÜZEN VE KARACABEY

İlçemiz gün geçtikçe büyümekte. Şehrin farklı noktalarında merkezler oluşmaya başladı. Örneğin pazaryeri civarı veya oradan Canbalı Mahallesine uzanan caddeler epey hareketli. Bundan 10 yıl önce Ulucami dolayında bu kadar aktif ve kıymetli iş yeri yoktu. Gazi Mahallesi, özellikle yerli bir tabirle belirtecek olursam Pirket Ocağı civarı oldukça değerli bir bölge oldu. Keza Atatürk İlköğretim Okulu civarı rengarenk. Esentepe gittikçe kalabalıklaşıyor. Kent Meydanı ve arka sokakları, oradan terminale bağlanan yollar çok aktif. Gerek ilçe nüfusunun artışı gerek resmi kurum binalarının ilçemizde farklı bölgelere dağılması beraberinde olumlu yönde hareket getirdi. Ulusal pazarı bulunan firmalar bir bir şube açmaya başladı. Vatandaşlarımız ilçede daha fazla gezer, alış-veriş yapar hale geldi.

Hal böyle olunca doğal olarak sosyal bir ilçe figürüne dönüşmeye başladık. Yaya ve araç olarak caddelerimiz kalabalıklaştı ama bu büyümeye karşılık ilçemizde ulaşım, gezinti, sosyalleşme ihtiyacımız yetersiz kalmakta. Büyüyoruz ama ilçenin bu büyümeye karşı kabiliyeti zayıf durumda. Hala değişmeyen 40-50 yıllık kaidelerle ulaşım sağlanmaya çalışılıyor. Büyümeyi reddeden bir disiplin hâkim ilçede. Trafik sorunu hala aşılamadı. Kaldırım düzeni hala yok. Tıkır tıkır işleyen günlük bir ilçe olamadık. İlçenin büyümeye karşı olan kabiliyetsiz durumu kalitesiz bir görüntü karmaşasına dönüşüyor. Günün en kalabalık saatlerinde ilçeye kaos hakim olmakta.

Çok ilkel bir talep olacak ama şehrin temiz tutulmasına ihtiyacımız var. Sokaklara atılan izmaritler dikkatinizi çekmiştir. Çok ilginç, mekân fark etmeksizin sigarasını içen, elinde her türlü çöpü olan yere atıyor. Bu temizlik konusu vatandaşlara özellikle bildirilmeli, belediye marifetiyle bir zaman gündemde tutulup alışkanlık kazandırılmalı. İşletme önleri özellikle kahvehaneler bu konuda öncü olmalı.

İlçemizin acil bir şekilde düzene ihtiyacı var. Yayalarımızı yol ortasından kaldırımlara yöneltecek sistemli düzenlemelerden tutun bazı sokakların trafiğe kapatılmasına kadar.

Mesela heykelden yaya olarak kent meydanı camiine veya otoparkına gitmeye çalışalım. Bu sokakta 2 kişinin yan yana geçebileceği kaldırım yok? Burası şehir merkezi ve yürünebilecek kaldırımı yok. Bu iki şeritli yolun neresinden yürüyebilirsiniz? Başka bir örnek verecek olursak eski Halkbank köşesinden Sevgi Yolu’na bağlanmaya çalışalım. Bursa Caddesi’ni aşmak için küçük ve dar bir geçiş yeri bulunmakta. Bu tek geçiş noktası yetersiz kalmakta. Vatandaşlarımız yükseltilmiş bir kaldırımı aşıp taşların üzerinden karşıya geçmeye çalışıyor. Burası hem çok yoğun hem de kullanışsız. Belli ki buranın güzel bir yaya geçidine ihtiyacı var.

Düzensiz ve rahatsız edici noktalardan biri de Kültür Park yolu. Kültür Park, Karacabeyliler tarafından sevilir ve yoğun ilgi görmektedir. Bugün yaya olarak Bursa Caddesi üzerinden Kültür Parka gitmeye çalışsanız can güvenliğiniz tehlikeye düşer. Çünkü yol üzerinde kaldırım bulunmamaktadır. Yani şehrin güzide bir parkına yürüyeceksiniz ama güvenli yolu yok. Stadyum bitiminde kaldırım sona eriyor. Siz ise yüksek hızlı motosikletler ve arabalar arasından parka gitmeye çalışıyorsunuz. Buraya aileler çocuklarını gönderiyor, yaşlılarımız spor ve gezinti yapıyor veya aileler bebek arabası ile ulaşım sağlıyor ama araçların arasında kayboluyorsunuz. Rahmetli Ergün Koç’un büyük adamlığı yine kendini gösterdi. O dönem bu bahsettiğimiz sorunlu nokta araç trafiğine kapalı durumdaydı. Üstelik kendi evine ulaşım sağlayan yol olmasına rağmen burası trafiğe kapalıydı. O trafik için uygun olmayan yolun kullanım hakkını halka bırakmıştı. İşte büyüklük ve iz bırakmak bu olsa gerek. Sonra bir anda hiçbir güvenlik önlemi alınmadan, yavaşlatıcı çözümler geliştirilmeden, alanlar sınırlandırılmadan kaldırımı bile olmayan yol, yaptım oldu mantığı ile trafiğe açılıverdi. Belediye üzerinden yaptığımız araştırma neticesinde buranın trafiğe açılma kararı ve işlevselliği hakkında resmi bir tutum mevcut mu, usule, kanuna uygun mu o bile belli değil. Net bir cevap alamadık. Burada her an gerçekleşmesi mümkün bir kaza olsa ne belediye ne başka bir kurum hesabını veremez. Şu sıralar gelen şikayetler üzerine inceleme yaptığımızda fark ettik ki buradaki sorunu resmi araçlar daha fazla körüklemekte. Orman İşletme Müdürlüğü, Bölge Trafik Müdürlüğü ve Park Bahçeler Müdürlüğü’ne ait araçlar bu güvensiz yolu yayalar bulunmasına rağmen yüksek hızlarda kullanmaktalar. Buna ilave olarak Villa Park sitesi sakinlerinin de bu yolu hoyratça kullanması dikkatimizi çekti. Aynı bölgede bulunan spor adası. Şehrin cazibe merkezi konumunda. Burası Sırabademler, Gazi, Canbalı, Yenimahalle sakinlerimizi hastaneye bağlayan bir noktadır. Tam bu noktanın girişinde belediyenin uzun zamandır yarım bıraktığı bir çalışma yüzünden yoğun miktarda su birikmekte ve yaya geçidini kapatmaktadır. Bu sorunun çözülmesi için kademe 17 defa aranıp düzeltilmesi ile ilgili yardım istenmiş ve sonuç alınamamış. Gelen şikayetler üzerine kademenin her talebe kayıtsız kaldığı bilgisi edinildi. Civarda bulunan mahalle muhtarlıklarından bilgi edinilmiştir.

Velhasıl ciddi düzen lazım bu ilçeye. Kara düzenden kurtulup her noktada nizama ihtiyacımız var. Bu makaleyi düzen kelimesi yerine kara düzen kelimesini kullanıp çok daha farklı bir tablo çizebilirdim. Ben bunu yeni yönetimin yapıcı ve olumlu tavrına destek olması açısından, kimseyi üzmeden tamamladım. Bu konulara kayıtsız kalınmayacağını düşünüyorum. Şehirde düzen oluşurken beraberinde kalite ve kurumsallık gelecek. Sokaklarında, caddelerinde rahat gezilebilen yerler daha kıymetlidir. Ferah yerlerde dolaşan insanlar daha mutludur, rahat alış-veriş yaparlar. Asıl sosyal hizmet vatandaşlara imkân kolaylığı yaratmaktan geçer. Güzel olan tarafı ise yeni belediye yönetimi bu konuda çok duyarlı tavırlar içinde. Zabıta biriminin yapmış olduğu kaldırım, gıda ve sağlık denetimleri hepimizin hoşuna gitmekte. Bu gibi değerli tutumları takdirle takip etmekteyiz.

Continue Reading
Click to comment

Warning: Undefined variable $user_ID in /home/u2093656/public_html/wp-content/themes/zox-news/comments.php on line 49

You must be logged in to post a comment Login

Leave a Reply

Yazarlar

KÖY KORUCULUĞU VE KÖY KAHYALARI

Türkiye, 12 Kasım 2012 yılında 6360 sayılı kanunla büyükşehir belediyeciliği ile tanışmış oldu. Bu yasa gereğince büyükşehirlerin kapsamına giren ilçelerin belediyeleri ve köyleri hizmet alma ve altyapı çalışmaları tümüyle büyükşehir belediyeleri tarafından yürütülecekti.

İlk bakışta bu değişikliğin, köy muhtarlıklarının sadece il özel idaresinde kendilerine ayrılan kaynaklarla yürütmeye çalıştıkları hizmetlerin belediye eliyle yapılacak olması nedeniyle, köylere ve köyde yaşamını sürdüren halkımızın günlük yaşamına önemli kolaylıklar ve rahatlıklar getireceği varsayıldı.

Ama icraatta pek de öyle olmadı.

Yasa, köy tüzel kişiliğine ait taşınmazların ve halkın kullandığı bütün sosyal tesis ve arazilerin muhtarlıklardan alınarak belediyelere devri neticesinde, köylerin kendi iradeleriyle köy yararına bir şeyler yapmaları imkânsız hale getirildi. Köy muhtarlarını halk seçmesine rağmen, muhtarların köyüne hizmet etmesi ve köy halkı ile planlayarak bir şeyler yapması neredeyse imkânsız hale geldi.

Köy muhtarlık sistemi, belediye bürokrasisinden rica  ve minnet ile  bir şeyler koparabilirse koparacağı, belediye bürokrasisiyle kuracağı ilişkinin düzeyine kaldı. Bu da köyler arasında eşit hizmet alımını, hizmetin eşit paylaşımını imkânsız hale getirdi.

Çöplerin toplanması, köy hizmet binalarının bakım ve onarımları, köy sosyal tesislerinin temiz ve hijyenik şekilde hizmet vermesi bu yasanın olumlu yanları arasında yer alsa da; köylerin mahalleye dönüştürülüp kendi öz kaynaklarının ellerinden alınması, köylerde yaşayan halkımızın her şeyi belediyelerden beklemesine sebep oldu.

Bu durum, köylerimizdeki imece geleneğini ortadan kaldırdı. Köy halklarının yardımlaşma ve dayanışma içinde sürdürdüğü geleneklerin bir kenara bırakılmasına sebep oldu. “Mallarımızı, mülklerimizi belediyeler elimizden aldı; hizmeti de onlar yapsın!” serzenişleriyle köylerdeki birçok gelenek ortadan kalktı. Zannımca bunların başında da köy koruculuğu ve kahyalık gelir.

Bugünlerde Karacabey’in gündemine oturan büyükşehir yasasıyla, zaten eski geleneksel işlevlerinden çok uzak, maaşlarını belediyelerin verdiği -onu da yarım maaş olarak ödediği- hizmetli sistemi, pek de işe yaramamış; eski sistem köy koruculuğunu mumla aratır olmuştur. Çünkü eski köy korucuları maaşlarını köy bütçesinden alır, muhtarlık bütçesi yetmeyince maaşları bütün köy halkı tarafından “salmalarla” toplanan paralardan ödenirdi.

Korucular, köy muhtarına ve köy halkına karşı bir işçi-işveren ilişkisi çerçevesinde hizmet verirdi. Köy korucusu, kendisine zimmetli silahıyla aynı zamanda köyün ve köy halkının güvenliğinden sorumlu tutulur; köye gelen devlet erkânı ve misafirlerle de ilgilenirdi. Şimdi köylerde böyle bir muhatap bulana aşk olsun!

Köy korucularının görevleri gece 24.00’te başlar, sabah namazına kadar köye gireni çıkanı gözetler, köy halkının huzurlu ve güvenli bir uyku uyumasını sağlardı. Köylü vatandaş bilirdi ki; köydeki hayvanına, ekipmanına gelecek bir saldırı ve hırsızlıkta, uyumayan bir korucusu, köyü bekleyen bir bekçisi var.

Bir de köylerin kahyaları vardı. Yine, ücretini köy halkının ortaklaşa ödediği; köyün bütün sosyal hizmetlerini gören, köylerimizin temizliğinden köye gelen misafirlerin ağırlanmasını sağlayan kahyalar, köy muhtarlarının sağ kollarıydı. Köy okullarının temizlenmesi de onların asli görevleri arasındaydı. Şimdi ara ki bulasın!

Büyükşehir yasasıyla köylerimizin niteliği mahalle oldu. Belki… Ama ne korucuları kaldı ne de kahyaları. Ellerinde ne varsa, hepsi alındı. Kaderleri, acı ama gerçek, belediyelerin eline kaldı.

Köylerin hizmeti ise yine kendilerine kaldı …

Kamuoyunun Takdirine

Continue Reading

Yazarlar

BEĞENİLMEKTEN ÖTE: İNSAN NEDEN KABUL GÖRMEK İSTER?

Sosyal medyada paylaştığımız bir fotoğrafa gelen beğeni sayısı, yaptığı olumlu davranışta aferin bekleyen çocuk, toplum içinde kendi fikrimizi belirtmekten korkmak, bir arkadaşımızın bizi ne kadar onayladığı ya da toplum içinde nasıl algılandığımız … Farkında olalım ya da olmayalım, insan olarak hepimiz bir yerlerde “onaylanmak” istiyoruz. Bu yalnızca bir ego meselesi değil; bu, ruhsal yapımızın en temel taşlarından biri olan kabul görme ihtiyacı ile doğrudan ilgili. İnsan olarak doğamız gereği sosyal varlıklarız ve kimlik gelişiminden itibaren birçok alanda kabul görmeye ihtiyaç duyarız. Özellikle erken çocukluk yıllarımızda kurulan ilişkilerde sevgi ve onayla karşılaşmak, kendilik değerimizin inşasında temel rol oynar. Bu ihtiyaç yaşam boyu sürer; çünkü kabul görmek, “ben yeterliyim” duygusunu besler. Bu yüzden bireyler fark etmeden başkalarının beklentilerine göre şekillenebilir, kendi fikirlerini bastırabilir. Onay almak uğruna “kendisi olmayan” davranışlar sergileyebilir. Gülümsediği hâlde içten içe kırgın olan, hayır diyemediği için tükenen birçok insanın ortak noktası, aslında yalnızca görülmek ve kabul edilmek istemesidir.

Psikolojide bu ihtiyaç, bireyin benlik gelişiminde oldukça merkezi bir yer tutar. Özellikle gelişim psikolojisi kuramlarına göre, çocukluk döneminde bakım verenlerin çocuğa sunduğu sevgi ve onay, çocuğun “ben değerliyim” algısını inşa eder. Ancak bu sevgi çoğu zaman koşulludur ve çocuk, sadece “uslu olduğunda”, “başarı gösterdiğinde” ya da “ebeveynin beklentilerine uyduğunda” takdir edilir. Bu da çocuğun zihnine şu temel inancı yerleştirir: “Sevilmek için bir şeyleri hak etmeliyim.” Psikanalitik kuramda buna “koşullu benlik” denir; kişi zamanla öz benliğinden uzaklaşıp, toplumun onaylayacağı bir “ideal benlik” kurgular. Aslında tam olarak yetişkinlikte onay arama davranışımızın kökeni de buraya uzanır. Sürekli birilerine “yeterli” ya da “doğru” olduğumuzu kanıtlama çabamız, bir zamanlar koşullu olarak aldığımız sevginin izlerini taşır. Ve bu durum sadece bireysel değil, kültürel bir gerçekliktir. Kolektif toplumlarda “başkaları ne der?” cümlesi, bireyin içsel ihtiyaçlarının önüne geçer. Onaylanmak, sevilmenin şartı hâline gelir.

Carl Rogers’ın da belirttiği gibi, insanın psikolojik olarak sağlıklı gelişimi için koşulsuz olumlu kabule ihtiyaç vardır. Ancak gerçek hayat her zaman bu kadar ideal değildir. Bu noktada Carl Jung’un da dediği gibi, “Kabul edilmediğimiz yerde iyileşemeyiz.” Bu yalnızca başkalarından değil, kendimizi de kabul görmemiz gerektiğini hatırlatır. Çünkü içsel barış, dışarıdan gelen onaya değil, içeride kurulan şefkatli diyaloğa bağlıdır.

Peki çözüm nedir?

Kabul görmek istemek bizim insani olarak en temel ihtiyacımızdır. Sevildiğimizi bilmek, değerli hissetmek ve ait olmak, ruhsal sağlığımızın temel taşlarını oluşturur. Bu ihtiyaç asla “yanlış” ya da “zayıflık” değildir. Ancak bu ihtiyaç hayatımızın merkezine yerleştiğimizde ve tüm kararlarımızı belirlemeye başladığında, benliğimizi yavaşça başkalarının ellerine bırakırız. Kendi değerimizi, aldığımız alkışlarla ölçmeye, kendimizi bir başkasının gözünden tanımlamaya başlarız. Burada bireyin, kendi iç sesini oluşturmaya ve onayı önce kendinden almayı öğrenmeye ihtiyacı vardır. Onay bir ihtiyaç olabilir, ama bağımlılık hâline geldiğinde özdeğerimizi tehdit eder ve kendi içsel onayımızı aramaya başladığımızda, başkalarının onayı bir ihtiyaç değil yalnızca bir yankı olur.

Continue Reading

Yazarlar

İTİBAR

İtibar, saygı görme, değerli bulunma, güvenilir olma demektir. İtibar sayesinde saygı gösterilen, değer verilen, istenen, göz önünde tutulan, hesaba katılan ve güven duyulan kişi olma durumu ortaya çıkar. İtibar oluşturmak ya da itibar kazanmak; tutarlı davranma ve bir karakter bütünlüğüne sahip olma sonucunda gerçekleşir. İtibar göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.

Kulun Allah katındaki değeri, toplum nezdindeki itibarıyla da anlaşılır. İtibarı zedeleyen çıkar, menfaat, hesap, fesat, ikiyüzlülük gibi davranışlar da kişinin kimliğinin yansımasıdır. En büyük servet itibar sahibi olmaktır. İtibarsız servetin, şöhretin ve yaşamın hiçbir anlamı yoktur.

Değerli olmak, itibarlı kalmak, onurlu yaşamak, şahsiyeti korumak önemlidir. Timsah gözyaşları dökerek onur korunamaz. Yapmacık davranışlarla şahsiyet oluşturulamaz. Çıkarcı yaklaşımlarla itibar inşa edilemez. Kişiyi adam yapan fıtrat üzere yaşamasıdır. Adamı “Âdem” yapan, vahyin ilkelerine uygun bir hayat tarzı tercih etmesidir. Onurlu bir hayat, insanın tüm yaşamını itibar sahibi olarak geçirmesiyle olur. İnsan hayatında güven duyulan, itibar edilen ve sözü dinlenen bir birey olmalıdır.

Her kişinin toplumda mutlaka bir karşılığı vardır. İtibarlı insanlar toplumda karşılık bulmuş kişilerdir. Edebiyattan, sanata, ekonomiden siyasete, eğitimden kültüre spordan bilime kadar her alanda yer etmiş nice itibarlı insanımız bulunmaktadır.

İtibarınızı korumanız için kendinizi sürekli geliştirmelisiniz. Yeni beceriler öğrenin, kendinizi geliştirin ve başarılarınızın farkına varın. Çünkü İnsan itibarı için yaşar.

Bazıları itibarın parayla, mevki ile makamla şan ve şöhret ile kazanılacağını zannederler.  Şimdi mal mülk para kimdeyse itibar onda öyle mi? Şeyh Edebali demiştir ki: ‘’Üç kişiye acıyın. Cahiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene.’’

Son söz olarak; kimseye hak ettiğinden daha fazla itibar etmeyin.

Continue Reading

Trending