Yazarlar
BİR ÜLKEYİ NASIL ÇÖKERTİRSİNİZ?
Bir ülkeyi çökertip ele geçirmek için, artık eskiden olduğu gibi ordular kurup, savaşlar yapmaya gerek yok. Hakim güçler yeni çağla birlikte yöntemler geliştirdiler.
Örneğin bir ülkeyi kendinize bağımlı yapmak mı istiyorsunuz, aşağıda sıraladığım önerilerimi yerine getirin, gerisini merak etmeyin.
1-Öncelikle kendinize bağımlı kılmak istediğiniz ülkenin ekonomisini çökertin. Bunu yapmak için de yüksek faizle borçlandırın. Sanayisini kendinize bağımlı kılın. Borç yiğidin kamçısıdır. aldatmacasıyla altından kalkamayacağı ölçüde torunlarını ve doğmamış çocuklarını dahi borçlandırın. Bu arada o ülkenin yöneticilerini borçlanabilme yetenekleriyle (!) övünmelerini özendirin.
2- Daha sonra ordusunu yıpratın. Halkıyla ordusunun arasını her vesileyle açmaya çalışın.
Zira arkasında güçlü bir ordusu bulunmayan devletlerin; uluslararası arenada yaptıkları anlaşmalar sadece bir kağıt parçası olmaktan öteye bir işe yaramaz.
3- Sıraya yargıyı sokun. Her fırsatta yargı kararlarını tartışmaya açarak ona olan güveni sarsın.
4- Daha bitmedi. Çökertmek istediğiniz ülkenin aydın birikimini yok edin. Çünkü bu birikim, bu birikime dayalı tarih bilinci, bağımsızlık bilinci, yurt severlik duygusu, her an parlayacak nitelikteki bir kıvılcımı ayakta tutar.
Aydın birikimini yok etmek için de şu yolları izleyin;
Mesela aydınları öldürün ya da öldürtebilirsiniz. Ya da onları satın alarak kendinize bağımlı kılabilirsiniz. Böylece sizin çıkarlarınızın borazanlığını yapmalarını sağlayabilirsiniz.
Yine ülkenin eğitim sisteminin çökertilmesini deneyebilirsiniz.
Hepsinden önemlisi de o ülkenin insanlarının kafasında kavram kargaşaları yaratabilirsiniz.
Rejimin laik ve demokratik niteliğine saldırıda bulunabilirsiniz.
Demokrasi konusunda kafalarda bulanıklık yaratırsınız.
Mesela şöyle diyebilirsiniz; “Demokrasi sandıktan çıkanların her kararının mukaddes olduğu, sadece çoğunluk iradesine dayalı bir rejimdir.” dersiniz.
Böylece azınlığın haklarını, hukuken göz ardı ederek çoğunluk diktatörlüğü ile eş tutabilirsiniz.
Daha da ileri giderek demokrasi kavramını halkın kafasında öyle karıştırırsın ki örneğin, “İran`da şeriatçı demokrasi vardır.” dersiniz.
Ya da Stalin rejimi için de “Halk demokrasisiydi” diye yutturabilirsiniz.
Daha da hızınızı alamazsanız Hitler ve Mussoloni faşizimlerini demokrasiyle özdeşleştirebilirsiniz.
Tüm bu önerilerimi (!) yerine getirirseniz, göreceksiniz işiniz çok kolaylaşacaktır.
Yoksa AZMANİSTANIN nasıl AZMANİSTAN olduğunu sanıyorsunuz?
Yazarlar
BATI ATATÜRK’Ü NİÇİN SEVMEZ
Batı´nın büyük devletleri Kemalizm´i kendileri için hep tehlike olarak görmüşlerdir. Hala da görmektedirler onların çıkarlarına Ortadoğu´nun çağdışı prenslikleri, şeyhlikleri krallıkları uygun düşmektedir.
Bu nedenle de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı Kurtuluş Savaşı´nda padişah Vahdettin´i desteklemişlerdir.
O dönemle ilgili olarak bir İngiliz yüzbaşı olan Armstrone bir raporunda şöyle der;
Padişahın lehinde bulunmak bize göre en sağlam siyasettir. Her emrimizi yerine getirmeye hazırdır.
Vahdettin güdümündeki bir dernek bildirilerinde şunları söylüyordu:
Yunan ordusunun, halifenin ordusu sayılması gerekir. Asıl kafaları koparılacak mahluklar Ankara´dadır. Kim ki, milliyetçilerle beraber Yunana karşı gelirse, şeran kâfirdir.
Padişah Vahdettin´in Adliye Nazırı Ali Rüştü ise, Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini istiyordu.
Türkiye´ye o günlerde birkaç kez gelen Arnold Toynbee şöyle diyordu;
Yeryüzünde hiçbir devrim, Kemalist Türk Devrimi kadar şaşkınlık yaratmadı.
Atatürk hiçbir yurtdışı geziye çıkmadığı halde ünlü devlet adamları, krallar, şahlar, başbakanlar Ankara´yı ziyaret kuyruğunda idiler.
Batı Atatürk´ü istemedi. Çünkü çıkarlarına aykırıydı. Bunun dört temel nedeni vardır.
Birincisi
Laik-Demokratik Kemalist Model: İhraç etmeye elverişli değildir. İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar.? Ilımlı İslam ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, batının çıkarlarına daha uygundur. Üstelik petrol zengini Ortadoğu ülkeleri için bu model tehlikelidir.
İkincisi
Kemalizm´in temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ilke de batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir. Türkiye Ortadoğu´da büyük bir güç olmamalıdır.
Üçüncüsü
Türkiye´nin Kürtlere özerklik vermesi peşinden federasyonu getirir. Bir adım ötesi komşu devletin (Irak´ın) parçalanıp, bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır. Başta ABD ve batıya muhtaç bir devlet her zaman en iyi çözümdür.
Ancak bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye´de Atatürk ilkelerinin ortadan kaldırılması gerekir.
Dördüncüsü
Yenidünya düzeninde (Küreselleşme), uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel Ulusal devlettir. Türkiye´de Atatürkçülük yıkılmadan, Ulusal Devlet´in de yıkılması mümkün görünmemektedir.
İşte ABD ve Avrupa´da dün var olan bugün var olmaya devam eden ve hiç kuşkunuz olması yarın da varlığını sürdürecek olan bu düşüncelere karşı gözümüzü dört açmalıyız. İçte ve dışta olup bitenin farkında olmalıyız.
Aslında Atatürk batılılaşma derken uygarlaşmayı kastetmiştir. Bunu yaparken de kendi ulusunun ulusal özelliklerini koruma kararlığını göstermiştir.
Atatürk ne yabancı sermayeye karşı olmuştur ne de başka uluslarla iş birliğine. Ama vazgeçilmez koşulu Eşitlik ilkesidir.
Yabancı sermayeye evet, ulusal çıkarların ve bağımsızlığın yara almaması koşuluyla.
Bir kez daha yineleyeyim. Batının sevmemesine, hatta batıya karşın Kemalizm´ bir uygarlaşma hareketidir.
Yazarlar
DEPREMDE KARACABEY NE KADAR GÜVENLİ?
Son günlerde kafamda aynı soru dönüp duruyor:
“Karacabey gerçekten ne kadar güvenli?”
Eskiden bu soruyu kendime pek sormazdım. Çünkü deprem sanki bizim için uzaktaki bir felaketti. Televizyonda gördüğümüz, gazetelerde okuduğumuz, ama bizim başımıza gelmeyecek bir olay gibiydi.
Ama son aylarda, özellikle Sındırgı merkezli depremler sonrasında hepimiz anladık ki; deprem artık kapımızın eşiğinde. Hatta belki çoktan içeri girdi bile.
Her sarsıntıda aynı düşünceler gelip oturuyor zihnimin bir köşesine:
Evim ne kadar sağlam?
İşyerimin bulunduğu bina dayanıklı mı?
Her gün oturduğum kahve, alışveriş yaptığım market, çocukların gittiği okul ne kadar güvenli?
Ve daha büyük bir soru:
Ya yaşadığımız bu şehir, Karacabey, ne kadar güvenli?
Faylar çevremizi sarmış durumda
Bu sorunun cevabını ararken küçük bir araştırma yaptım. Ve karşıma çıkan tablo, açıkçası beni oldukça tedirgin etti. Bende bunu Karacabey halkıyla paylaşmak istedim.
Çünkü Karacabey ve çevresi, çok sayıda aktif fay hattıyla çevrili.
Yani, sadece uzaktaki bir tehlikeden değil, bizi doğrudan ilgilendiren bir riskten söz ediyoruz.
İşte Karacabey’e en yakın ve potansiyel olarak yıkıcı etki yaratabilecek bazı fay hatları:
Uluabat Fayı: 7 büyüklüğünde deprem üretebiliyor.
Karacabey Fayı: 6 ve üzeri büyüklükte.
Mustafakemalpaşa Fayı: 7 ve üzeri.
Zeytinbağı Fayı: 7 ve üzeri.
İznik Fayı: 7.5 ve üzeri.
Gemlik Fayı: 7.5 büyüklüğünde.
Manyas Fayı: 6.5 büyüklüğünde.
Bursa Fayı: 7.5 büyüklüğünde.
Yenişehir–Kayapa Fayı: 7.5 ve üzeri.
Orhaneli Fayı: 6 ve üzeri büyüklükte.
Yaptığım araştırmada uzmanların ortak görüşü şu:
“Bu fayların büyük bir kısmı uzun süredir enerji biriktiriyor. Yani, tekrarlama zamanları gelmiş hatta bazıları için geçmiş durumda.”
Zemin sağlam değil, risk büyük
Karacabey’in jeolojik yapısına baktığımızda tablo biraz daha kararıyor. Bölge, tarih boyunca denizin çekilmesiyle oluşmuş alüvyon bir ova üzerine kurulmuş.
Kum, kil ve çakıl karışımı zemin — yani jeolojik adıyla “Genç Çökel” — deprem sırasında enerjiyi yutmak yerine büyütüyor.
Bu da şu demek:
Deprem olduğunda, bu zemin üzerindeki yapılar daha fazla sarsılıyor.
Üstelik ilçemizin büyük bölümünde yeraltı suyu seviyesi çok yüksek.
Bu durum “sıvılaşma riski” doğuruyor. Yani, bir deprem anında toprak, su gibi davranıyor; zemin taşıma gücünü kaybediyor.
Sarsıntı sırasında binaların kayması, devrilmesi, temellerin çökmesi işte bu yüzden oluyor.
Binalar ne kadar güvenli?
Bugün Karacabey’de 20–30 yıl önce yapılmış çok sayıda yapı var.
O dönemdeki deprem yönetmelikleri bugünküler kadar sıkı değildi. Yani, o binaların birçoğu yeni yönetmeliklere göre riskli sayılabilir.
Dahası, geçmişte en fazla 2–3 katlı evler varken, şimdi aynı zemin üzerinde katlar yükseliyor.
Peki bu ruhsatlar hangi zemin etütlerine göre veriliyor?
Yapı denetimleri yeterli mi?
Bu soruların mutlaka net, şeffaf cevaplara ihtiyacı var.
Ayrıca Bitişik Nizam yapılaşma ise ayrı bir risk. Depremde bir bina çökerse, hemen yanındakini de peşinden götürebiliyor. Dar sokaklarda yolların kapanması, arama kurtarma ekiplerinin ulaşamaması gibi zincirleme tehlikeler ortaya çıkıyor.
Uzmanlar uyarıyor
Görüşlerine başvurduğum jeoloji, jeofizik ve inşaat mühendisleri birkaç noktada hemfikir:
“Karacabey’in zemini zayıf, sıvılaşma riski yüksek. Fay hatları aktif, tekrarlama süreleri doldu. Depreme hazırlık planı mutlaka güncellenmeli. Acil toplanma alanları belirlenmeli, halka açık şekilde paylaşılmalı. Binalar ve köprüler düzenli olarak denetlenmeli. Halk bilinçlendirilmeden gerçek bir hazırlık yapılamaz.”
Bir mühendis şu cümleyi kurdu, aklımdan çıkmıyor:
“Depremi engelleyemeyiz ama bilgisizlikle birleşirse, o zaman felaket olur.”
Ne yapılmalı?
Depremi konuşmak moral bozucu olabilir, ama görmezden gelmek daha tehlikeli. Bu yüzden yapılması gerekenleri açıkça söylemek zorundayız:
Karacabey için kapsamlı jeolojik ve jeofizik haritalar hazırlanmalı, halka açık hale getirilmeli.
Acil durum planı her yıl gözden geçirilmeli ve tatbikatlarla desteklenmeli.
Yollar, kamu binaları, hastaneler… Hepsi düzenli olarak dayanıklılık testlerinden geçmeli. Çünkü bu yapılar sadece taş ve betondan ibaret değil; bir kentin güvenli geleceğini temsil ediyor.
Özellikle köprüler! Çünkü köprüler, bir ilçenin nefes borularıdır. Karacabey’e giriş ve çıkışların büyük kısmı köprüler üzerinden sağlanıyor. Olası bir afette bu köprülerin zarar görmesi, sadece ulaşımı değil, hayatı da durdurur. Yardım ekiplerinin ilçeye ulaşamaması, saniyelerin bile hayati önem taşıdığı anlarda büyük bir felaket anlamına gelir.
Bugün değilse bile, bir gün bu testlerin eksikliğiyle yüzleşmek zorunda kalabiliriz. O yüzden köprülerimizi, yollarımızı, kamu binalarımızı sadece bugünün konforuyla değil; yarının güvenliğiyle de ölçmek zorundayız.
Ayrıca riskli ve harabe durumdaki binalar için kentsel dönüşüm planı uygulanmalı.
Halk eğitimi ve arama kurtarma kursları yaygınlaştırılmalı.
Toplanma alanları belirlenip, tabelaları net şekilde yerleştirilmeli.
Okullarda deprem tatbikatları sadece formalite değil, hayat kurtaran eğitimler haline getirilmeli.
Asıl soru: Biz hazır mıyız?
Bugün uzman görüşleri ve gözlemlerim bana şunu söylüyor:
Evet, Karacabey’i de etkileyecek bir deprem olacak. Ama asıl mesele, “ne zaman olacağı” değil; biz buna ne kadar hazırız?
Belediyemiz, Kaymakamlığımız, İtfaiye, AFAD…
Her kurum kendi üzerine düşeni yapıyor mu?
İtfaiye ekipleri depremde oluşacak yangınlar için hazır mı? Yeterli teçhizatı var mı?
Yoksa bu konu da diğer gündemler gibi birkaç gün konuşulup sonra unutulacak mı?
Ben, bu soruları sadece bir gazeteci olarak değil, bu şehirde yaşayan biri olarak soruyorum. Çünkü bir gün gerçekten büyük bir sarsıntı olduğunda, bu soruların cevabını değil, sonuçlarını yaşayacağız. O nedenle vebal almayalım!
Depremi engelleyemeyiz. Ama hazırlıklı bir şehir, bilinçli bir toplum, denetlenen binalar, açık ve şeffaf yönetimlerle yıkılmadan da ayakta kalabiliriz.
Unutulmasın ki gerçek güvenlik, fayların ne kadar uzakta olduğu değil; önlemlerin ne kadar yakında olduğudur.
Yazarlar
LEVENT ÖZEREN’İN RESTİ VE PAZAR GÜNKÜ İYİ PARTİ KONGRESİ
İYİ Parti’de yaklaşan il kongresi öncesi kulisler hareketlendi. 9 Kasım Pazar günü Merinos AKKM’de gerçekleştirilecek Bursa İl Kongresi, parti içi dengeleri yeniden şekillendirecek gibi görünüyor. Gazeteci Yüksel Baysal, köşesinde kaleme aldığı yazısında kongre öncesi yaşanan gelişmeleri ve adaylar arasındaki çekişmeyi ayrıntılarıyla ele aldı.
Baysal’ın aktardıklarına göre, mevcut İl Başkanı İsmail Kaya ile geçmiş dönemlerde partide üst düzey görevlerde bulunan Nevzat Kocakurt arasında kıran kırana bir yarış bekleniyor. Parti içi demokrasinin en belirgin örneklerinden birine sahne olacak bu süreçte, Bursa teşkilatında tansiyon giderek yükseliyor.
Yüksel Baysal’ın köşe yazısı şöyle;
“Divan Başkanlığı’nı, Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Erozan’ın yapacağı İYİ Parti’nin 9 Kasım Pazar günü Merinos’taki Bursa İl Kongresinde kıran kırana bir yarış bekleniyor. Bir yanda İl Başkanı İsmail Kaya, öte yanda geçmiş dönemlerde partide üst düzey görevde bulunmuş Nevzat Kocakurt
İYİ Parti’de parti içi demokrasinin işlediği bir süreci yaşıyoruz.
Yarışa dış kulvardan girenler de var.
Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, bir vefa duygusu içinde İsmail Kaya’dan yana net tavır alırken, İYİ Parti’nin kuruluşundan beri içinde bulunan, bir dönem Genel Merkez’de görev alan Levent Özeren, “Nevzat Kocakurt seçilirse partiden istifa ederim” diyerek rest çekti.
Levent Özeren’in başka iddiaları da var.
Aday Nevzat Kocakurt’un partideki ülkücülere ‘köpekçi’ nitelemesinde bulunduğu, Selçuk Türkoğlu’nun istifası üzerine Kocakurt’un ‘Beni il başkanı yap, Dr. Mehmet Hasanoğlu’nu da Osmangazi’ye belediye başkan adayı olarak kaydır, olmayınca da bu partiden bir halt olmaz diyerek çekip gittiğini” öne sürdü.
Bütün bunları medyamızı İl Yönetim Kurulu’ndan Siyasi İşler Başkanı Av. Talha Küçük, Ekonomi ve Çalışma Politikaları Başkanı ve İl Başkan Yardımcısı Eyüp Ceylan, İl Gençlik Kolları Başkanı İskender Kandemir, Gıda Mühendisi Seher Coşkun ve Mimar Zeynep Arıkan ile birlikte ziyaret eden İYİ Parti İl Başkanı İsmail Kaya’ya da sordum.
Bu tartışmaların içine çok girmemekle birlikte, “31 Mart seçimleri sırasında ve sonrasında Nevzat Kocakurt partiye uğramadı. Bir paylaşım yapmadı. Biz dağılan partiyi toparlamaya çalıştık. 7 ilçe başkanını değiştirdik. 4 bin kişinin katıldığı iftar yaptık. Türkiye’nin ilk mitingini gerçekleştirdik. 4 kez Bursa’da partinin genel başkanını ağırladık” diyerek kendi döneminde çok önemli işlerin yapıldığına işaret etti.
Bir sonraki gün de muhalif grubun adayı Nevzat Kocakurt ile birlikte Av. Filiz Temiz, Av. Alparslan Eller, Erkan Taşdemir, Canberk Şen ve Fatma Altuncu ile beraber geldiklerinde eleştirileri sordum. Kocakurt, “İl Başkanı partinin en zor döneminde görev aldım diyor. Ona hatırlatırım o gün göreve bir kişi daha talipti, o da bendim. 31 Mart seçimlerinde Özgür Şimşek ile beraber Nilüfer’de yerel seçim için çalıştım. Başarı olarak gösterdiği iftarlarla ilgili olarak dernekler bile iftar yapabiliyor. Mitinge gelince bunun önerisini yapan Özcan Özçelik şuanda bizimle beraber siyaset yapıyor” dedi.
Söylemler ve eleştiriler bir yana, esas soru şu pazar günü sonuç ne olur?
Daha önce de yazdığım gibi Nilüfer’de Nevzat Kocakurt, Yıldırım’da İsmail Kaya’yı destekleyecek delegeler ağırlıkta…
Osmangazi başlı başına bir Cumhuriyet!
Yeni seçilen İlçe Başkanı Hüseyin Bozkurt Kaplan’la konuştum, pozisyonlarında değişiklik olmadığını, delegelerle yaptıkları toplantıda Nevzat Kocakurt’a destek eğiliminin çıktığını söyledi.
Bu durum, parti tabanındaki değişim isteğiyle birleşince Nevzat Kocakurt ismi ön plana çıkmış oluyor.
Yine de sandık bu, ne olacağı belli olmaz!
Çünkü İsmail Kaya, sakin bir güç, nezaketi elden bırakmadan, alçakgönüllü bir şekilde delegenin ayağına gidiyor, destek istiyor.
-
Bursa Bölge6 yıl agoKaracabey’de cinayet: 1 ölü
-
Genel10 ay agoKARACABEY BELEDİYESİ’NDE GÖREV DEĞİŞİKLİKLERİ
-
Bursa Bölge11 ay agoKARACABEY AK PARTİ BURSA’DA YER BULAMADI
-
Ekonomi6 yıl agoSütaş’tan “Tereyağı” açıklaması
-
Bursa Bölge6 yıl ago“Türkiye, Doğu Türkistan’a sahip çıkmalıdır”
-
Bursa Bölge6 yıl agoRABBİMİZ BİZDEN NELER İSTİYOR
-
Güncel1 yıl agoİYİ VE KÖTÜ AHLAK
-
Bursa Bölge11 ay agoCUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BURSA’DAN SESLENDİ: ASGARİ ÜCRETİN ARKASINDA DURDU BOYKOT ÇAĞRISI YAPTI




Warning: Undefined variable $user_ID in /home/u2093656/public_html/wp-content/themes/zox-news/comments.php on line 49
You must be logged in to post a comment Login