Ahmet Aygün Ata
Türkiye Cumhuriyeti, seçimlere gidiyor. İki ittifak arasında geçeceği öngörülen veya sıkıştırılan seçimler öncesi 31 Mart’ta “farklıymış” gibigörünen iki ittifak, Finlandiya oylamasında Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Tam Bağımsızlığına’ meydan okuyan bir ittifak yaptı. Oylar Finlandiya’ya pardon NATO, ABD, AB ve İsrail için kalktı. Terör örgütlerini dinci, etnik bölücü fark etmeksizin besleyen, silahlandıran, kollayan terör örgütlerinin en büyüğü NATO’da birleşti iki ittifakta. Hatta ve dahi kendisine sosyalist tanımını yakıştıran Türkiye İşçi Partisi’nin üç milletvekili oylamaya katılmayıp, sosyalistimsitrak olduğunu, yani ABD sosyalisti olduğunu kanıtladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığına yönelik saldırıların başlangıcı var:
1- CHP’nin 1949’da imzaladığı Fullbrigt Anlaşması,
2- CHP’nin NATO üyeliğine başvurusu,
3- Marshall Planı,
4- Demokrat Parti’nin Nato’ya katılma imzası,
5- Demokrat Parti’nin çoğunluğu ABD ile olan ve tarımı, eğitimi, kültürü, dış işlerini, içişlerini, ekonomiyi, emperyal kapitalizmi, liberalizmi kucağına oturttuğu ikili anlaşmalar…
Işıklar içinde uyusun, katledilen Yurtsever Prof. Dr. Muammer Aksoy, tam bağımsız ve bağımlı olmayı şöyle bir örnekle açıklamış: “Bir apartmanda daireniz var. Ön kapının anahtarı sizde. Ancak yatak odası, oturma odası, konuk odası, banyo ve tuvaletin anahtarı başka insanın ya da insanların elinde. Ve siz onlar izin verdiği zaman oralara girebiliyorsunuz. İşte bu tam bağımsızlıktan ödün verdiğiniz anlamına gelir.”
Milli Birlik Üyesi Kurmay Albay Haydar Tunçkanat’ın şu tümcesini anımsamamak olmaz. 1960 Devrimi sonrasında şunları söyledi: “İkili anlaşmalara gelince; Amerika ile Türkiye arasında imzalanan ve adetleri 55’e yükselen bu antlaşmalar, Amerika’ya Türkiye’nin içişlerine karışma, mahkemelerini tanımamak, yasaların yasaklamasına karşın radyo yayını yapmak gibi bir takım ayrıcalıklar tanınmaktadır.”
Bundan çıkan tek sonuç şudur: Atatürk sonrası kimliğini terk eden CHP, Demokrat Parti, ANAP ve bu üçlünün ardından Amerika’nın Yeşil/Ilımlı İslam’la sentezleyip kurdurduğu AK Parti, bugün getirildiğimiz bağımlılığın örgütlü oluşumlarıdır.
Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalama sonrası birer Muzaffer Komutan gibi karşılanan Çiller ve Baykal’ın anlaşmanın 38. Maddesi’ni bilmemesi ne acıdır! Maddeye göre; Türkiye Cumhuriyeti, artık AB’nin bilgisi dışında dış satım yaparken yalnızca Amerika’ya değil, AB’den de izin alacak. 1953 yılında 200 tondan çok buğday sattığımız için ABD’ye ceza ödemek zorunda kalmıştık. Dış satımımız buğdayda 200 tonu geçemezdi! Ki ‘Küçük Amerika’ söylemli Demokrat Parti ile bu başlamıştı, Hamdolsun!
ANAP ile köylü ve çiftçi kambur sayılmış. KİT’ler satılmaya başlamıştı. Oysa devletin gücüydü KİT’ler. Hiçbir ülkeye minnet etmemekti KİT’ler…
2001 yılına dek 400 bin ton şeker satan Türkiye Cumhuriyeti, AK Parti ile dış alım yapmaya başlamıştı. NBŞ zehri açıldı. Tütün ekme yasağı kondu. Ekenler cezaevini boyladı. Saman alır duruma getirildi bu ülke! Sinop bölgesinde16 yıl sonra şekerpancarı ekilebilmişti! Tohumculuk, siyonist İsrail’in zehirli hibrit ve GDO’lu tohumları satılsın diye yasaklanmıştı. Bugün o zehirler açık seçik Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarında fidelenmektedir!
Oysa ki bugün lanet okuyanların, bela okuyanların, küfredenlerin, 1930’ları reddedenlerin, Altı Oku yeniden yorumlamaya kalkan aymazların yıkılması için emperyal kapitalizmle el ele verdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerinde ‘Tam Bağımsızlık’ vardı, ‘Onur’ vardı, ‘Yurtseverlik’ vardı ve ‘Türk’ vardı.
O büyük Başkomutan, o yüce Atatürk neler demiş, neleri gözlerine sokmuştu amma… Onlar emperyal kapitalizmin, emperyal piyonluğun dayanılmaz çıkarından ulusu da, yurdu da önemsemediler.
“Bugün için düşündüğüm biricik şey, kapitülasyonlardır. Maddeten, fiilen kanla kaldırılmış olan kapitülasyonların bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini sağlamaktır. Ticaretimizin de, sanayimizin de, her türlü ekonomimizin de gelişmesi ve yükselmesi, ancak bununla olasıdır. Bugüne ait olan bu cihet sağlandıktan sonra; yarına ait olan Türkiye ticaretinin dünya ticareti ile rekabet edebilmesi adına düşünülmesi gereken şeyleri bilirsiniz. Ticarette düşüneceğimiz ikinci iş, dışsatım ve dışalımımızda aracılık eden ticareti, ‘yabancıların elinden’ kurtarmaktır. Dışsatım kaynaklarımız bizden olan tüccarlarımızın elinde olmalıdır.” (ATATÜRK , 29.03.1923 , Söylev ve Demeçler, c.2, s. 136-137)
“Eğer yabancı düşmanlığından, o kadar pahalı elde edilen bir bağımsızlığa halel verecek her şeyden nefret anlamı çıkarılırsa, evet bizim yabancı düşmanı olduğumuz söylenebilir. Size açıkça söyledim ve sonuna dek açık sözlü olacağım. Henüz güvenliğimiz yerinde değildir. Evvelce Türkiye’de yabancı girişimciliğin, yabancı amaçların bize telkin ettiği kaygılar ortadan yok olmuş değildir. Eğer bazen önlemci hareket ediyorsak, ifrat derecede kuşkulu davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan özgürlüğümüzü yitirmek konusundaki korkumuzdandır. Bu özgürlüğün bir küçük bölümünü sakat etmektense hepsini birden feda etmeyi seçeriz.” (ATATÜRK, 20.10.1923, (Maurice Pernot ile) Söylev ve Demeçler, c.3, s.68)
Atamız bir muhabire verdiği demeçte: “Türkiye bile hepimizin güçle kabul ettiğimiz üzere, toprağını yabancı istilasından kurtarışta, bağımsızlığı tam ve kâmilini dünyaya tanıttırmakta gecikmeyecektir.” (ATATÜRK, Söylev ve Demeçler, c.2, s.22)
İstanbul gazeteleri temsilcilerine verdiği demeçte Atamız: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm programlarının umdesi şu iki esastır; Bağımsızlığı tam, kayıtsız, koşulsuz ulusal egemenlik.” (ATATÜRK, Söylev ve Demeçler, c.2, s.57)
Adana esnafıyla yaptığı konuşmada Atamız, bu tam bağımsızlık koşulunda sonuna dek dayanacağımızı şöyle belirtmişti: “Basit, geçerli yaşamsal olan koşullarımızı devletler kabul etmezler de bizi savaşa yönlendirirlerse, sakın telaş etmeyiniz. O zaman belki şimdikinden daha uygun koşullar sağlayacağız. Ordularımız da her tarafta maddi ve manevi güvenceyi sağlamaya yeter bir güçtedir.” (ATATÜRK, 16.03.1923, Söylev ve Demeçler, c.2, s.124)
Okuyanların ve halkımızın ne dediğini duyuyorum: “Nerde Atatürk gibisi”…
Eğer Atatürk’ü seviyor ve ona inanıyorsanız; “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”… sözlerini biliyorsunuz, doğrudan bizlere buyruk olduğunu, seslendiğini de biliyorsunuz demektir. O halde; Ya Tam Bağımsızlık, Ya Ölüm!