Ahmet Aygün Ata
Mustafa Kemal Atatürk’ümüz, İngiltere ve İsrail tarafından kurulmuş, oluşturulmuş dinci dinsiz, dindar, vatan haini, ulus düşmanı cemaat ve tarikatlar ile onları kollayıp koruyan, içinde barındıran siyasi partiler tarafından hakarete, lanete, küfre ve bela okumaya maruz bırakılmaktadır.
Bu hainler örgütlerinin üç sapkın meczup, kumarbaz, alkolik, tıbben ruh hastalıkları kanıtlanmış canlı türünün yalan dolu ama kanıtı olmayan anılarına dayandırırlar.
Biri Püsküllü adlı “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilecek kadar zavallı olan Fesli Kadir!
Diğeri CHP’ye üyeliği kabul edilmeyince bir numaralı Atatürk düşmanı kesilen Necip Fazıl Kısakürek!
Bu iki zatın kullandığı yalanlar gerçekte Dr. Rıza Nur adlı bir ruh hastası, sapkın zatın anılarına dayanır. Bağımsızlık Savaşımız sırasında ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra devletimiz içinde türlü görevlerde bulunmuştur. Ardından ruh hastalıkları ortaya çıkınca uzaklaştırılmış. Erkekliği eşcinselliğe dönüşmüş, 7 tür ruh hastalığı nedeniyle İsviçre’de tedaviye gönderilmiş. Büyük Arnavutluk Devleti’ni kurma düşündeki bir zavallı.
Bu zat anılarını yazmış. “İngiltere Kraliyet Kütüphanesine” ölümünden sonra açılmak üzere teslim etmiştir. Bu sapkın zat kitabının ilk bölümlerinde bir yakışıklı subayı nasıl beğendiğini, kendisinde cinsel dürtüler oluşturduğunu ballandıra ballandıra anlatırken, kitabın ilerleyen bölümlerinde bu duyguları besleyenin Mustafa Kemal Atatürk olduğu savında bulunur. Oysa ki bu sapkın birey, eşiyle erkeklere olan düşkünlüğü nedeniyle ayrılmıştır.
** Bir kış gezisi esnasında Dolmabahçe sarayındayız. Her zaman olduğu gibi yine sofrada 25-30 kişi, aralarında zamanın ünlü Yunan film ve ses sanatçısı Zozo Dalmas da yanında gitarist bir bayanla birlikte hazır bulunmakta. Ayrıca saz takımı da yerlerini almış, hafiften sanatlarını sunuyorlar. Zozo Dalmas’ın gitaristi eline gitarını aldığı zaman, bizim saz takımı sustu ve Zozo Dalmas gitar eşliğinde şarkılarına başladı. Bir yandan şarkı söylüyor, bir yandan dans ediyordu. Şarkıları ve dansı bittikten sonra Atatürk her zaman ve her yerde olduğu gibi kendi ulusu ile övündüğü için ve kendi ulusu içinde de güzel seslerin bulunduğunu kanıtlamak amacıyla o zamanın ünlü ses sanatçılarını istedi. Polis, Ata’nın istediği sanatçıları bulamayınca masada bulunan Hafız Yaşar’a:
– Kalk bir ezan oku, dedi.
Hafız, – Başüstüne Paşam deyip lavaboya doğru yürüdü.
Atatürk, – Nereye gidiyorsun, diye sordu.
– Abdest almaya diye yanıtladı Hafız.
Atatürk, – Abdesti bana açıklayabilir misiniz? Abdest nedir ve niçin konmuş?
Hafız Yaşar Bey’in açıklaması Ata’yı tatmin etmedi, daha doğrusu kendisi doğru düzgün bir yanıt veremedi: – Bir kuraldır, bir usuldür, dedi.
Atatürk, – Ama neden usul ve kuraldır?
– Temizlik için Paşam.
– Peki su ile temizlik yeterli mi?
– Su bulamayınca temiz toprak ile teyemmüm edilir, dedi Hafız Yaşar Bey
Atatürk; – Toprak suyun yerini tutar mı hiç diyerek anlatmaya başladı.
– Bak ben sana açıklayayım. Dinimiz öyle bir dindir ki, öyle bir yasadır ki ve öyle bir güçlü müeyyide ile bağlanmıştır ki, insanların içini-dışını temizlemesini bir tutmuştur. Abdest, iç temizliği için konmuş bir usuldür. Müslümanlıkta gerçek beceri ve geçerli olan şey, kendini hiç bir usulü uygulamadan içini temizlemektir. Şimdi, düşünme ile içini temizle ve oku”.
Hafız Yaşar Bey gözlerini kapayarak bir süre ayakta durduktan sonra: – Paşam! Türkçe mi okuyayım, yoksa Ezan-ı Muhammediye mi?
Atatürk, – Ben sana ezan oku dedim.
Herkesten ses seda kesildi. Hafız Yaşar Bey, elini şakağına koyarak, gayet güzel ve tatlı gür sesiyle; “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diye başladığı zaman herkes hûşû doldu. Ses, masanın üstündeki iri kristal avizeden geriye yansıyor ve sanki kristal parçaları titreşiyor gibi geliyordu insana. Ben her zaman olduğu gibi Ata’nın arkasında ayaktaydım; fakat dizlerimin bağı çözülmüş, kendimi zor tutuyorum… “Hayye ale’s-Salâh Hayye ale’l- Felâh”a gelince Ata’nın gözlerinden yaşlar aktığını, mendil aradığını fark ettim. Her zaman yanımda bulundurduğum temiz, adının işlenmiş olduğu mendilden verdim. Gözlerini sildikten sonra elinden alarak bir başkasını ceket mendil cebine koydum.
Ezan bittikten sonra Atatürk’ün gençlik arkadaşlarından olan Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın Türkiye’deki emlakının genel yazmanlığını yapan ve İstanbul’da tütün tüccarı diye tanınan Kavalalı İsmail Hakkı Bey, Atatürk’e; – Paşam, bazıları sizi dinsiz olarak bilir ama ağladığınızı burada gözlerimiz ile gördük” deyince Atatürk:
– Beni dinsiz olarak tanıyanlar cahil cühela takımıdır. Allah’la kul arasına girenlerdir, dinsiz olanlar dedi ve masaya söyleyerek sürdürdü:
– İnancı olmayan bir birey, gelecekte doğru bir adım atamaz. İnancı olmayan inançsız bir ulus da her zaman yok olmaya mahkumdur dedi.
** Açıklama:
Atatürk’ümüzün yanında üç buçuk yıl Çevirmen, Kütüphaneci, Görgü Kuralları Öğreticisi, Judo Öğreticisi olarak askerlik ve görev yapan Sayın Nazım Canca’nın, “Hayatım ve Hatıralarımda Atatürk” kitabından alınmıştır. (Sahife 107-108)
Sayın Nazım Canca’ya rahmet diliyorum. Kitabı yayına hazırlayan Damla Asena Daloğlu’na da şükranlarımı sunuyorum.