Ahmet Aygün Ata
Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1922 yılında TBMM’de yaptığı konuşmasında aşılamanın önemine değinmiş. Cumhuriyet ilan edilir edilmez Osmanlı döneminden kalma sıtma, tifüs, difteri, verem, trahom gibi hastalıklarla savaşım başlamıştı.
1927 yılında yoğun verem aşısı uygulanmış. 1930’da çiçek aşısı zorunlu duruma getirilmiş. Difteri, tetanos, boğmaca aşıları uygulanmaya başlanmıştı.
Halk sağlığı konusuna büyük değer veren Türkiye Cumhuriyeti, kurucu ilkelerinin temelini oluşturan altı ilkeden biri olan devrimciliği uygulayarak ‘Halk Sağlığı’ konusunda bir enstitü kurdu. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, 27 Mayıs 1928’de kuruldu.
Enstitü kısa sürede kendi aşımızı yapar duruma geldi. Yoklukla boğuşan (bugün küfredilen, reddedilen 1930’lar) Türkiye Cumhuriyeti kendi aşımızı yapmanın yanında ABD’den Çin’e aşı satmaya başladı. BCG, kuduz, çiçek, tifüs, boğmaca, influenza virüsü, Newcastle virüsü aşılarını; akrep/yılan sokmalarına ve gazlı kangren antiserumları ile fibrinojen, albumin, gamma globulin üretiyordu.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, 1987 yılında AIDS bölümünü açtı. Başı dik, eğilmeden bükülmeden halk sağlığını kendi gücüyle sağlayan Türkiye Cumhuriyeti’ne saldıranların yoğunlaştığı 1990’ların sonunda enstitünün aşı üretimi durduruldu.
2011 yılında durmaksızın ‘Yeni Türkiye’ söylemini diline pelesenk eden AK Parti, yapabildiklerinden birini yaptı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapattı!
Hedef arazisiydi elbette. Kapat – Sat- Peşkeş çek- Yok Et’ten oluşan AK Parti, hamdolsun bu konuda da kimseyi şaşırtmadı!
Üreten Türkiye’den, dış satım yapabilen Türkiye’den, yepisyeni Türkiye doğdu. Dosta düşmana muhtaç, emperyal kapitalizmin pazarı Türkiye! Elhamdülillah!
Emperyalist tasarı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin demografik yapısını değiştirme tasarısı 1990’lardan başlayarak ve AK Parti ile tam anlamıyla işgale dönüşen ‘sığınmacı getirilişi’ ile halk sağlığı konusunda ülkemizde yok edilen sağlık sisteminin yanı sıra, ya yok edilmiş ya da baskılama altına alınmış hastalıklar yeniden gündeme gelmeye başladı.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir insanımız Güneydoğumuza bir geziye çıkıyor eşiyle. Eşi rahatsızlanıyor. Ne yazık ki hastaneye yatırılıyor. Şimdiye dek adını duymadıkları bir bakteri vücuduna yerleşmiş. Hekim; “Ne yazık ki ülkemizde daha önce görüp tanıyamadığımız bakteri ve virüslerle karşı karşıya kalıyoruz. Özellikle Suriye’den yoğun göç alan bölgelerde daha çok görüyoruz. Ancak her yere yayılıyorlar” yanıtını veriyor.
Birlik Sağlık Sendikası Başkanı Ahmet Doğruyol, “Türkiye’de kökü kuruyan ya da kurumaya yüz tutmuş bir takım hastalıkların yeniden canlandığını okuyoruz. Son olarak poliomyelit yani çocuk felci vakalarında hızlı bir yükseliş olduğu bilgisi geldi” diyor.
Emperyalizmin bir tasarısı olarak ülkemize getirilen sığınmacılar ülkemizin güvenlik, beslenme, ahlaki yapı, sosyolojik yapısının yanı sıra Halk Sağlığı’nın da bir tehdididir.
İktidarından muhalefetine görüyoruz ki;
Kimi demokrasinin, kimi dinin, kimi mezhepçiliğin, kimi insan haklarının ardına sığınarak, destekleyerek, susarak, ıvırıp kıvırarak bu tasarı ile Türk’ü, Türkiye Cumhuriyeti’ni Anadolu’da yok etmeye çalışıyor.
Silahsız saldırılardan bir yoludur; ‘sığınmacı getirilmesi’.
Ülkenin ekonomik yapısından ahlaki yapısına, eğitim sisteminden halk sağlığına, güvenliğinden yarınlarına dek tehdit/terör/işgal adına ne derseniz deyin…
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DEMOGRAFİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILMAKTADIR.
Türkiye Cumhuriyeti’ne ‘aşılama’ yapılarak sağlık sağlanırken, sığınmacı işgali ile ‘bağımsızlık ve özgürlüğümüz’ bir başka cepheden saldırı altındadır.
Bizlere düşen ise yeni bir Ergenekon’dan çıkıştır…