Nevzat Çakır
Yukarıdaki bu söz Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Çok anlamlı bir söz. Hatta birçok özel veya resmi kurum ve kuruluşlarda bu söz asılıdır; görürüz ve okuruz. Peki ama manasını tam olarak kavrayabilmiş miyiz? Yani gerçekten vatanımızı ne kadar çok seviyoruz?
Bence bu sorunun cevabını ilk önce kendimize sormalıyız. Biz görevimizi gerçekten layıkıyla yapıyor muyuz? Çünkü güzel bir söz daha vardır; “Herkes kapısının önünü süpürürse mahalle temiz olur.” diye.
Acaba bizim kapının önü nasıl? Her gün temizliyor muyuz?
Eğer kendimize ait bir işyerinde çalışıyorsak, bunu ne kadar iyi yapıyoruz! Mesela tartıda hile yapıyor muyuz? Bir malı satabilmek uğruna ederinden fazla fiyat veriyor muyuz? Müşteriyi sırf para kazanmak adına kandırmaya çalışıyor muyuz? Vergi kaçırıyor muyuz? Çalışanların hakkını düzenli olarak ve onları mağdur etmeden verebiliyor muyuz? Vs.
Eğer bir işyerinde eleman ya da personel olarak çalışıyorsak; işimizin hakkını verebiliyor muyuz? Ekmek yediğimiz yerden fazla ve haksız kazanç elde etmeye çalışıyor muyuz? O işi kendi işimizmiş gibi benimseyip katkı sunabiliyor muyuz? Vs.
Eğer özel veya resmi bir kurumda çalışan memur isek, gelen vatandaşın işini çözebiliyor muyuz? Onlara karşı güler yüzlü davranıyor muyuz? Yoksa vatandaşa burun kıvırarak; “Bugün git yarın gel” mi diyoruz? Veya vatandaşı başımızdan savurmak için onun işini zora mı sürüklüyoruz? İşimizi özveriyle mi, yoksa laf olsun diye mi yapıyoruz? Vs.
Eğer bir kurumda müdür, müdür yardımcısı, yönetici veya yetkiliysek, görevli memur ya da personele karşı davranışlarımız nasıl? Personel arasında ayrımcılık yapıyor muyuz? Onların çalışma azmini azaltıyor mu, yoksa yükseltiyor muyuz? Onlara sürekli bağırıp çağırıyor, hakaretler ediyor muyuz? Veya güler yüzlü davranarak onları iyi motive etmek için uğraş veriyor muyuz? Vs.
Ve bir de siyasi gücü veya iktidarı arkasına alarak ‘hizmet için yola çıkanlara’ da sormak istiyorum; Mal varlığınızda artış ya da azalma oldu mu? Hak etmeyen kişilere hak etmedikleri işler vererek onlara haksız kazanç(lar) sağladınız mı? Böyle yaparak kendiniz de bu işten veya işlerden nemalandınız mı? Akrabalarınızı, yakınlarınızı, ‘sizin partiden’ olanları hak etmedikleri işlere yerleştirdiniz mi? ‘Bizden olanlar ve olmayanlar’ diyerek vatandaş ayrımı yaptınız mı? Seçimlerden önce vaat ettiğiniz hizmetleri yerine getirdiniz mi? Sorumlu olduğunuz ülke, il veya ilçede yaşayan insanlar mutlu mu, huzurlu mu, gelecek kaygısı taşıyorlar mı? Halkın sesine ne kadar kulak veriyorsunuz?
Tabii biz gazetecilere de ayrı bir parantez açmak istiyorum. Ne kadar tarafsız habercilik yapıyoruz. Sırf iktidara veya siyasi gücü elinde tutanlara yaranmak ve nemalanmak uğruna kalemimizi satıyor muyuz? Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebiliyor muyuz? Sürekli yalakalık yapmayı mı tercih ediyoruz, yoksa sürekli muhalefet etmeyi mi? Haksızlıklara, yanlışlıklara karşı ne kadar korkusuzuz? Vatandaşın sesine ne kadar kulak veriyoruz… vs?
İşte yukarıdaki soruları çoğaltabiliriz. Her sektörden ve her meslekten insan, ilk önce yaptığı işi ne kadar iyi yapıyor, bunu kendisine sormalı. Ancak bu soruları yalnızca vicdanımıza sormalıyız. Çünkü vicdan asla yalan söylemez.
Mesele başta kendimizi yani vicdanımızı, daha sonra da çevremizi, yaşadığımız il, ilçe ve ülkemizi sorgulayabilmektir. Boş ve küçük düşüncelerle, kavgalarla, dedikodularla, haksızlıklarla, adam kayırmakla, insan ayrımı yapmakla, hor görmekle, hak yemekle vatan sevilmez.
Vatansever veya milliyetçi olmak, aynı insancıl ve Müslüman olmak gibi kimsenin tekelinde de değildir. Süslü ‘vatan-millet’ lafları, paylaşımlar ve şekilcilik belli durumlarda kabul edilebilir ANCAK; Çok çalışan, sürekli üreten, sürekli katkı sunan, özveride bulunan, kısacası Hak için ve halk için bir şeyler yapanlar bu vatanı en çok sevenlerdir…