Yılmaz Katran
Değerli dostlarım;
Liseyi bitiren çocuklarımız bu yıl da hayatlarını etkileyecek, ülkemizin kaderini tayin edecek tahsil hayatlarına başlayabilmek, istedikleri meslekleri seçmek ve üniversiteye girebilmek için gerçekleştirilen sınavlara Haziran ayında girdiler. Bu öğrencilerin % 30’u hariç hiçbiri arzuladığı bölümü kazanamadı ve istemediği branşları kabullenip, sevmedikleri bir meslek dalını icra etmek üzere üniversite eğitimine başlamak durumunda kaldı. Onlara hayırlısı olsun demekten başka söyleyecek bir sözümüz yok.
AKP Hükümeti, senelerce eğitim ve öğretimle oynayarak, kendi yeniledikleri sistemi sürekli değiştirerek, Türk çocuğunun bilgi seviyesini maalesef gerizekalı düzeye indirdi. Değişim, eğitimde 4+4+4 sistemi ile başladı. Küçük yaşta daha oyun oynamaya doymamış çocukların okula başlaması öğrenciyi eğitim ve öğretimin henüz ilk yıllarında okuldan soğuttu. Bu tabii ki tüm eğitim yaşantılarına negatif bir biçimde yansıdı. Öğrencilerin oturduğu semtin okuluna gitme mecburiyeti ile o semtlerde bulunan okulların İmam Hatip’lere dönüştürülmesi ve özel okullara gidebilme imkanı bulunmayan öğrencinin kaydının müfredatı bilimsel olarak zayıf bu okullara yapılmasının zorunlu bırakılmasının seviyeyi nasıl da düşürdüğünü, öğrencilerin girdikleri üniversite sınavlarının sonucunda görmeye başladık.
Liselerde yılsonu başarı puanı 50 olan tüm öğrencilerin zayıflarına bakılmaksızın sınıflarını geçmesi, ortalamayı tutturamasa bile 4 dersten sorumlu olarak bir üst sınıfa geçip sene başında bu derslerden geçebilecek şekilde sınava tabi tutulmaları, daha bir önceki sınıfta başarılı olamadığı dersten bir üst seviyede ders görüp yarım yamalak, temelsiz bilgi ile eğitimini tamamlayan gençlerimizin üniversiteye giriş sınavlarındaki başarısı içler acısı duruma geldi. Sizlere bu yılki sınavlardan biraz örnek vereceğim, o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Öncelikle sınava girenlerin içinde 15.000 öğrenci sıfır çekmiş (yani hiçbir soruya doğru cevap verememiş) ve yaklaşık 700 bin öğrenci de barajı geçmelerini sağlayacak 120 sorunun 15 tanesini dahi cevaplayamamış. Derslere tek tek bakıldığında: Tarih 10 soruda 2 doğru, Matematik 40 soruda 5 doğru, Fizik 14 soruda 1 doğru, Kimya 13 soruda 1 doğru, Türk Dili ve Edebiyatı (Anadil) 24 soruda 5 doğru.
Bu neticelerin dışındaki öğrencilerin de nasıl dereceler aldığını tahmin etmek için derin bilgiye ihtiyaç var mı, bilemem. Onu da doktorluk isteyen öğrencinin ilahiyat fakültelerine girmeye ancak hak kazandığını, mühendisliği düşünenin orman fakültesine girdiğini buna benzer neticelerin kendi ailesinin çocuklarında ya da etrafımızdaki birçok ailenin içinde de olduğunu görmekteyiz değil mi?
AKP Hükümetleri’nin üniversite açması ile övünmekte olduğu malumunuzdur. Ülkemizde 130 devlet, 73 vakıf olmak üzere 203 üniversite var. Bu sayı ile Avrupa’da ikinci durumdayız. Yalnız üniversite açmak için bina yapmakla iş bitmiyor. Bu üniversitelerin öğretim kadroları, laboratuarları, ders gereçleri ile donanımı tamam olmadıktan sonra bin adet olsa ne olacak!
Şu an ülkemizin 8-10 üniversitesinden mezun olanların haricinde mezun olanlar, dünyanın hiçbir yerinde (İleri ülkelerden bahsediyorum) diplomalarına yeterlilik alamamaktadırlar. Yani Türkiye haricinde üniversite diplomaları geçerli değil. O zaman üniversite bitirmenin faydası nedir anlayamıyorum. Bir de son zamanlarda hep birlikte ekranlarda izlediğimiz ödüllü bilgi yarışmalarında üniversiteli gençlerimizin çok basit sorulara dahi verdikleri cevapları görünce inanın yüreğim sızlıyor.
Buraya kadar durum tespiti yaptık. “Peki bunun nasıl düzeleceği için neler yapıl-malıdır?” diye eğitimin içinde idealistliği ile bilinen, yılların deneyimli eğitimcileri ile yaptığım söyleşilerde hepsinin birleştiği bazı önemli noktalar var;
Öncelikle eğitim fakültelerinden mezun öğret-menlerin yeterince donanıma sahip olmadan, sahada yeterli staj imkanı ile yetişmeden, doğrudan öğretmenliğe başlamamaları gerektiği vurgulanıyor. Eğitim fakültelerinde akademisyen olarak görev alan, sahada çalışmış ve mutlaka öğretmenlik yapmış kişilerin öğretmen yetiştirmede daha başarı olacakları, başa gelenlerin yeterliliklerine bakılmadan rektör, dekan, yönetici yapıldıkları, liyakatli profesörlerin ve eğitimcilerin diken üstünde çalıştıkları belirtiliyor. Eğitimde kayırmaların öne çıktığı, devamlı değişen sistemin öğrenciye çok zarar verdiği, ‘her öğrencinin başarılı olduğu bir alan mutlaka vardır’ ilkesinden yola çıkarak illaki üniversitelere girmek yerine orta eğitimden itibaren öğrencinin kabiliyetine göre yönlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.
Akademik olarak üniversite sınavında başarılı olamayacağı tespit edilen öğrencinin teknik kapasitesi yüksek eleman olarak hayata atılmasına destek verilmesi, velilerin eğitimine de önem verilmesi ve onlara yönelik seminer çalışmalarının eğitim programının bir parçası haline getirilmesinin şart olduğu ifade ediliyor.
Görüştüğüm deneyimli eğitimciler ayrıca; “Eğitimin tam randıman vermesi için gelişen sistemlerin uygulamasını yapabilmeleri için öğretmenlerin mutlaka yaz ve kış tatillerini verimli geçirecekleri ve uygulamalı uzman kişiler tarafından verilen değerlen-dirmeye tabi tutulacakları ve belli başlı ödüllendirmeler ve terfiler alabilecekleri hizmet içi seminerlere katılmaları sağlanmalıdır.
Bunun yanı sıra, her iki yılda bir öğretmenlere eğitim modellerini örnek verdiğimiz Finlandiya, Norveç gibi ülkelerde olduğu gibi yeterlilik sınavı uygulanması kişisel gelişimleri için önem taşıyacaktır.” dediler.
Dostlarım;
Bu yazıyı hazırlarken araştırmalarımı yaptım ve dünyadaki ileri ülkelerin sistemlerinin ne kadar basit, ne kadar öğrenciyi sıkmadan, her bireyin farklı olduğunu ve bu farklılıklara göre hayatına dokunulan öğrencilerin nasıl neticeler aldığını gördüm ve üzüntüm bir kat daha arttı. Neden mi? Biz bu sistemleri neden tatbik etmiyoruz ve çocuklarımızı böyle bilgisiz yetiştiriyoruz?
Maalesef sonra da hayıflanıyoruz. Hep konuşuruz, bizden niye dünya çapında bilim insanı, alim, icat yapanlar çıkmıyor ya da kırk yılda bir çıkıyor diye. Böyle yetişen öğrencilerden neyi bekleyebiliriz ki?
Sadece kapasitesi var olan öğrenciye eğilmekle başarılı olmayı doğru saymak yerine kapasitesi yetersiz olan öğrencinin içindeki cevheri de açığa çıkarmaya çalışmamız gerekmez mi? Onlara haksızlık yapmıyor muyuz?
Doğru şekilde yetişen öğrenci günü geldiğinde iyi bir meslek erbabı olamayacak mı? Bunların içinden öğretmen olanlar daha da iyi öğrenciler yetiştiremez mi?
Bu bir döngü değil mi? Ama maalesef biz şu anda meşhur hikayede olduğu gibi kaplumbağa ile tavşanın yarışında kaplumbağanın yarışı kazanmasını ümit ediyoruz. Ancak bu da sadece masallarda oluyor. Çalışmanın, önlem almanın zamanı geldi de geçiyor.
Dileğim bir an evvel eğitimi ileri düzeyde olan ülkelerin birinin eğitim sisteminin ülkemizin karakterine uygun olarak düzenlenip icraata konulmasıdır.
Yoksa daha çok seneler aynı sorunlardan dolayı geri gidişimiz devam edecektir.
“Her şey çok güzel olacak” sloganının eğitimde de bir an evvel hayata geçirilmesi dileğimle evlatları üniversiteye başlayan dostlarımın çocuklarına başarılar diliyorum.
Büyük düşünür Nelson Mandela’nın bir sözünü hatırlatarak yazımı bitiriyorum: DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İÇİN KULLANABİLECEĞİNİZ EN GÜÇLÜ SİLAH EĞİTİMDİR.
Kalın sağlıcakla.