Mustafa Arı
Ölüm herkesin başındadır. Nefse, şeytana uyup da kanma. Hazır ol, oyalanma. Eceli uzak sanma! Ölüm vardır, unutma. İnsanlara hor bakma. Kalp kırma, gönül yıkma. Azıksız yola çıkma. Ölüm vardır, unutma! Şan ve şöhrete tapma! Ehli sünnetten sapma. Ölüm vardır, unutma!
Yaşlılar sıra sıra, gençler ara sıra derler ya! Günümüz insanı hiç ölmeyecekmiş gibi çalıştığı dünya hayatının sonlu olduğunu iş işten geçtikten sonra anlar oldu.
Bir ezan sesi ile doğduk ne çabuk geçti günler bir sela ile bitecektir ömrümüz. Bir gün ölmek için her gün yaşıyoruz. En son ölüm gelir, yine de erken deriz.
Rahmetli annem, daha dün çocuktum, bugün yaşlandım ve ölümü bekliyorum. Ne çabuk geçti koskoca ömür, sanki bir gün gibi derdi.
Evet, hayat dediğin ne ki?
Bir varmışsın ve bir de bakmışsın ki yok olmuşsun. Her şey bir nefesin ucundadır. Ve ölüm, insana bir nefes kadar yakındır.
Ölüm yaşlıya da gence de yakışmıyor derler ama her nefsin mutlaka ölümü tadacağı gibi her canlının sonu da ölümdür. Ölümden sonra dönüş yoktur. Bir vuslat varsa da yalnız o Güzeller Güzeli ile buluşmadır.
Musallada yatarken hoca sorar: “Mevtayı nasıl bilirdiniz?”
“İyi bilirdik, Allah rahmet eylesin” dedirtebilirsek ne ala.
İşte ancak o zaman musalla bir taht gibi olur.
Cahit Sıtkı Tarancı “Otuzbeş yaş” şiirinde ne güzel söylemiş:
Neylersin ölüm herkesin başında / Uyudun uyanamadın olacak / Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla taşında.
Bizim ifade edemediğimizi bu duygularla anlatıvermiş. Gerçekten insan, her doğan günün bir dert olduğunu bizim yaşlara gelince anlıyor.
Doğduğumuz zaman dünyaya hiçbir şey getiremediğimiz gibi, ölürken de hiçbir şey götüremeyiz. Madem ki ölüm var, üç günlük dünya gönül kırmaya değer mi? Ve üç günlük ölümlü dünyada iyi insan olmanın lezzetinden daha güzel bir lezzet var mı?
Hayat fani, ölüm anidir… Gün gelir alır seni ve beni. Gönül dünyasında Allah’ı bulduysan, ölüm de güzel, ömür de.
MÜSLÜMANIN GÖREVİ
Allah insanlara çeşitli görevler vermiştir. Bu görevlerden birisi farzı ayındır. Bu her bir Müslüman’ın ayrı ayrı görevidir. Bu görev; emri bil maruf nehyi anil münkerdir. Yani iyiliği, hayırlı ve güzel olanı emretmektir. Nehy anil münker kötülükleri, yanlışları ortadan kaldırmaktır. Bu ne vaazdır, ne nasihattir, bu apaçık bir emirdir.
Her gün okuduğumuz Fatiha’da dosdoğru yol deniliyor. Bizim söz verdiğimiz, Allah bizi ondan ayırmasın dediğimiz yol sıratı müstakimdir. “Bize hidayet eyle Allah’ım” dediğimiz yoldur. Bu yol, kendisine nimet verilen peygamberlerin yoludur. Bu yol, gazaba uğramamışların ve sapmamış olanların yoludur.
Okuduğumuz Kur’an’ın emirlerine tam uymamız, bu duayı kalbimize yerleştirmemiz, anlamını hakkıyla bilmemiz gerekir. Sadece her namazda okuduğumuz Fatiha Suresi üzerinde hakkıyla düşünürsek problemlerimizden çıkış yolunu buluruz.
Görevimiz uyanmak, uyandırmak ve uyarmaktır.
Görevler edası bakımından ilahi, şahsi, ailevi ve toplumsal görevler olmak üzere dörde ayrılır:
1- İlahi görevler: Allah’ı bilip tanımak, Ona kullukta bulunmak. İman esaslarını bilip öğrenmek ve bağlanmak temel bir görevdir.
2- Şahsi görevi: Kendini iyi yetiştirmesi, sıhhatli, edepli, iyi huylu olması, ibadetlerini yapması, ilim ve güzel ahlak öğrenmesi, helal lokma kazanmak için çalışması şahsi görevidir.
3- Aile içindeki görevi: Eşine, ana-babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yerine getirmesi aile içindeki görevlerindendir.
4- Toplumdaki görevi: Emrinde olanlara, hükümete ve devlete, bütün vatandaşlara, dini ve milleti başka olanlara karşı görevleridir.
Herkese iyilik etmesi, eli ile dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hıyanet etmemesi, herkese faydalı olması, devlete, kanunlara karşı isyan etmemesi, herkesin hakkını ödemesi toplumdaki görevlerindendir.
Peygamberimiz Bir Müslüman’ın diğer Müslüman’a karşı görevi bulunduğunu bildirmiştir:
1- Selam vermek ve verilen selamı almak. 2- Davete (bir mazereti yoksa) icabet etmek. 3- Aksırana “Yerhamükellah” (Allah sana merhamet etsin) demek. 4- Hastalandığı zaman ziyaret etmek. 5- Ölünce cenazesine katılmak.