İsmail Hakkı Özsarı
Açıkça dillendirilmese de Türkiye´de bir kesim Türkler alttan alta “Bırakalım Kürtler ayrılsın” demekteler. Yapılan anketlere göre bunların oranı yüzde seksenlere ulaştığı görülmektedir. Yine anketlerin gösterdiğine göre Kürtlerin de yüzde yetmişi ayrılmaya karşı. Ayrılmadan yana olanlar, böylece sırtlarındaki yükten bölünerek kurtulacaklarını zannetmekteler.
Her iki taraf için de bu söylem, bazen milliyetçi bir öfkeyle, bazen şoven bir kibirle söylenmiş olup asla gerçekçi değildir. Böyle bir şeyin mümkün olup olmayacağını bir kenara bırakıp, ayrılmanın gerçekleştiğini varsaysak bakın Türkler ve Kürtler neler kaybeder;
1- Kürtler ayrıldığında, kişi başına düşen milli gelirin birkaç kat artacağını düşünenler var. Ancak, böyle düşünürken Türkiye’de üretilen elektrik enerjisinin büyük bölümünün Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki barajlardan üretildiğini gözden kaçırmaktalar. Yine Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tarımsal ekonomi potansiyelini dikkate aldıklarında, düşüncelerinin çok da gerçekçi olmadığını anlayacaklardır.
2- Bölgeler arası ekonomik dengeler kalkacaktır. Böyle olunca da AB´ye girmek kolaylaşacaktır. Oysa yine yanıldıklarını düşünüyorum. Zira Türkiye’de bölgeler arası ekonomik dengesizlik batının da kendi içinde mevcuttur. Örneğin Kastamonu, Çankırı, Gümüşhane… vb. illerde gelir düzeyi çok düşüktür.
3- Kürtlerin ayrılmasıyla etnik sorun belasından kurtulacaklarını düşünen Türkler; Türkiye’de başka etnik unsurların da olduğunu unutmamalıdırlar.
4- Türkiye´de nüfusun yaklaşık yüzde 20´sini Kürtler oluşturmaktadır ve bu nüfus genç bir nüfustur. Dünya nüfusunun özellikle de Avrupa ülkelerinin giderek yaşlandığı düşünülürse, genç nüfusun ekonomi için ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
5- Türkiye’deki yer altı zenginliklerinin yüzde 45´i, petrolün tamamı Kürtlerin yaşadığı bölgelerden çıkarılmaktadır. Yine su kaynaklarının yüzde 30’u Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndedir.
6- Gelecekte tahıl ambarı olacak GAP’ın ve kırmızı et üretimi merkezi olan DAP’ın önemi yadsınamaz.
7- Kürtlerle Türklerin ayrılması çok önemli sosyal yaralar açacaktır. Çünkü, her Türk ailede bir Kürt gelin, her Kürt ailede bir Türk gelin vardır.
8- Böyle bir ayrılık büyük acılara gebedir. Ayrılmakla terörün sonlanacağını zannedenler yanılgı içindedirler. En büyük Kürt şehri Diyarbakır değil İstanbul’dur. Zira İstanbul’da 3 milyon civarında Kürt yaşamaktadır. Böyle bir ayrılıkta Türk bölgelerinde kalan Kürtlerin ve Türk bölgelerindeki Kürtlerin yaşayabileceği acıları düşünmek bile istemiyorum.
9- Bu iki ulus bin yıldır beraber yaşamaktadır. Doğu’daki bir işadamı için Batı önemli bir yatırım bölgesi. Doğu ise, batıda üretilen mallar için iyi bir pazardır. Sonuçta; Dünyanın gelişmiş ülkeleri globalleşme adı altında birleşerek ekonomik entegrasyonu sağlarken, yabancıların da körüklediği ayrışmayı bu kadar arzulamayı anlamakta zorluk çekiyorum. Öyle veya böyle eğer ayrılma olursa; oluşacak küçük Kürdistan ile yine küçük Türkistan ne Kürtlerin ne de Türklerin işine yarar. Böyle bir durum olsa olsa Ortadoğu’daki kurtlar sofrasına kolay yem olmalarını sağlar. Yapılacak iş bellidir; Bu sorunun kafa kafaya verilip demokrasi içinde çözülmesi ve bu coğrafyada sonsuza değin beraber yaşamaktır.
YAŞAM BİLGELİK İSTER
İnsanoğlu dünyaya geldikten sonra ayakları üzerinde durabilmeyi ve yaşamını sürdürmeyi en zor başarabilen canlıdır. Kendi kendine yetebilecek duruma gelmesi yıllar alır. Yaşama ustalığını öğrenenleri bir yana koyarak genele baktığımızda, şunlara tanık oluruz;
İnsan denen canlı öncelikle bir arada yaşamayı öğrenmiyor. Eşitlikçi, adaletli bir dünya yaratamıyor. Ezenler ezilenler, sömürenler, sömürülenler, varsıllar, yoksullar…vb sınıflar yaratıyor. Çıkar kavgaları hiç bitmiyor. Birbirinin inançları saygı duymuyor. Hiç de mantığı ve anlamı olmayan din, mezhep savaşları çıkartıyor. Kendinde olağanüstü güçler vehmediyor. Hayal gücünün ve aklının sınırları olduğunu kabule yanaşmıyor. Sınırlarını aşan bilgilerinin var olduğunu uyduruyor; uyarsa mutlu, uymazsa mutsuz oluyor. Yanıldığını kabulde zorlanıyor. Düşünmeyi akıl yürütmeyi sevmiyor. İnancın kolaycılığından kurtulamıyor.
Kafası daha çok bilimsel yobazlığa yatkın. Tembel ve rahatına düşkün. Teknolojiyi geliştirmiş ama onun bağımlısı olmuş. Ekran bağımlısı olmuş. Tuvalete bile nerdeyse arabasıyla gidiyor. Bilgisi sürekli arttığı halde bunca bilgiyle nasıl yaşanacağını bilmiyor. Bilgilendikçe cahilliğinin arttığının farkında olamıyor.
Eeeeey insanoğlu! Allah seni hiçbir canlıya vermediği yeteneklerle, olanaklarla yarattı. Ama şunu unutma sen “eksiklisin”. Ve bu eksikliğin hiçbir zaman tam olarak giderilemeyecek. Bir düşünür şöyle der: “Öğrendikçe ne kadar az şey bildiğimin farkına vardım.” Yine başka bir düşünür de bilgi konusundaki düşüncelerini şöyle ifade eder: “Eğer bilmediklerim kitaplar halinde gelse ve ben de bu kitapları üst üste koysam, göğün en yüksek katına çıkabilirdim.”
Eksikliğini gidermeye çalışmak kadar, onu kabullenmek de çok önemli bir erdemdir. Eksikliği kabul her ne kadar zor olsa da korkaklık ve yılgınlık değildir. Eksiklik duygusunun farkında olmak haddini bilmektir. Sevgili okurlarım, gelin eksik olduğumuzu kabullenme ile başlayalım. Neden eksikli olduğumuz anlamaya çalışalım. Eksiklerimizle olanaklarımızı barıştıralım.
Yunus Emre’nin dediği gibi “Kişi kendin bilmek gibi irfan olmaz.” Bu sözden esinlenerek kendimizi tanımaya çalışalım. Gücümüzün nelere yetmeyeceğini bilelim. İnsanoğlunun eksikliği de olanağı da tükenmez. “Yâre varsa çare de vardır.” Yaşamak cesur insanların işidir. Ustalık ister, bilgelik ister. İnsan dediğin eksikliğinin farkına vardığı ve onu kabul edip gidermeye çalıştığı oranda güçlüdür.