Şükriye Aydın
Bugün nedense üniversite yıllarımda elimden düşürmediğim ve bu yazımın sonunda tamamını sizin beğeninize de sunacağım Eski Bir Tapınak Yazıtı’nda takıldı kaldı aklım. İlk cümlesinde şöyle diyordu: “Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma.”
Sanırım o yüzden çok konuşmaktansa çok okumayı seviyorum ben! Ama okuduğum bazı şeyler beni gerçekten şaşırtıyor. İlçemiz yerel basınına da yansıyan ve Karacabey’de deprem riski nedeniyle yıkım kararı verilen Cumhuriyet İlkokulu’nun altına yüksek kapasiteli ve umumi halka açık otopark yapılacağı haberini okuduğumda açıkçası şaşırdım. Çünkü böyle bir durumda ilk aklıma gelen; kapısı başka yönde olsa da bir sürü yabancı insanın girip çıkacağı, yani benim bakış açıma göre minicik ve kutsal varlıklarımız olan çocuklarla ilgili güvenlik açığının söz konusu olacağı, egzoz dumanlarının çok daha yoğun hissedileceği ve elbette sesin çok daha yoğunlaşacağı bir durum ortaya çıkacak.
Otopark sorununun çözümüyle minicik yavruların aynı binada buluşturulması benim aklıma pek yatmadı. Sanırım eski kafalı olmalıyım ki bu modern fikri(!) okumamın üzerinden saatler geçmiş olmasına karşın hala benimseyemedim…
Benim aklımda minik melekler dediğimiz çocuklarımız için, bahçesi rahatlıkla oyun oynayabilecekleri kadar kocaman olan, güvende olduklarını hissedebildikleri ve gerçekten güvende oldukları, ağaçları bitkileri bol olan; hatta salıncak falan da eklenebilir hayalimdeki okula; ama ne kadar dirensem de beynime okul altına otopark fikrini bir türlü kabul ettiremedim gitti. Dur bakalım Karacabey Belediyesi bu fikri uygulayınca ortaya nasıl bir sonuç çıkacak inanın ben de merakla bekliyor olacağım.
Bu arada Eski Tapınak Yazıtı aynen şunları diyor: (Xsentius, M.Ö. IX.yy-Eski bir Tapınak Yazıtı)
“Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık-seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen: hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki; başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış ol.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Kaybetmeyi, ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabildiklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyorlardı. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlaka gülümse. Sabırlı, şefkatli, bağışlayıcı ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.”