Mustafa Arı
Gecesini gündüzüne katarak helal rızık peşinde koşan, çoluk çocuğunu yaşatmak, kimseye muhtaç etmemek, akşam eve geldiğinde şefkat, merhamet ve sevgi duyguları ile güler yüzlü yorgunluğunu hissettirmeyen bir aile reisi… Ailenin reisi olarak sorumluluğunu üslendiği kimseleri, cehennem ateşinden koruyan adamdır Baba… Çocukları arasında ayrım yapmayan, gelinlerinden birini diğerine tercih etmeyen, herkese eşit muamelede bulunan adamdır Baba…
Ebu’d-Derda Hazretleri, Peygamberimizden “Baba cennetin orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı terket dilersen muhafaza et” dediğini söyler.
Yaşlı bir baba kuzu etinden yaprak döneri çok severmiş. Bir gün canı yaprak döner çekmiş. Babasının isteğini fark eden oğlu, almış babasını güzel bir lokantaya götürmüş. Baba, yemeği önce kendisi yemek istemiş. Ancak yaşlılığın verdiği zayıflık sonucu elleri titrediği için lokmayı ağzına götürmek istediği her seferinde üzerine dökmüş, yağı sakalına damlamış.
Lokantadaki insanların bakışları da pürdikkat onların üzerindeymiş. Aşağılayıcı bakışlar, alaycı tavırlar, surat ekşitmelerle arada bir yaşlı babaya bakıyorlarmış. Bir süre sonra oğlu sabır ve itina ile lokmaları babasının ağzına koymaya başlamış.
Nihayet yemek bitmiş ve oğlu babasını alıp lavaboya götürmüş, elini-yüzünü iyice yıkamış, üstünü-başını silip temizlemiş, saçını-sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış, ardından da koluna girip dışarı çıkarmış.
Lokantada bulunanların bakışları hala onların üzerindeymiş.
Hiçbir bakışı umursamayan çocuğun ise yüzünde hep tebessüm varmış, babası çok sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için mutluymuş. Yemek parasını ödeyip çıkıyorlarmış ki, arkalardan yaşlı bir amca seslenmiş:
– Hey evlat, burada bir şey bıraktığını unutmadın mı?
Az düşündükten sonra çocuk cevap vermiş:
– Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum!
Yaşlı amca:
– Hayır evlat, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun!
Şaşkınlık içinde: – Ne bırakmışım ki amca?
– Sen burada her evlat için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp da gidiyorsun!
Tam bir sessizlik hakim olmuş salonda. Herkes yaptığından, düşündüğünden utanç duymuş.
Unutmuşlardı bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını:
– Baba! Şunu istiyorum. Baba! Bana şunu al. Baba! Şu okulda, şu üniversitede okumak istiyorum, şu kadar harç gerekiyor. Baba! Okul masrafları için şu kadar para lazım. Baba! Falan şehre gezmeye gitmek istiyorum, para ver. Baba! Doğum günümde bana ne aldın? Yanımdasın ya baba, benim için her şeye değer ve yeter…
Babam! Senin yanında olmak benim için bir dünyadır. Hep sahip olmak istediklerimizden söylenip durduk, yokluklarımızdan sitem edip şikayetçi olduk. Ama belki de hiç sormadık ona:
– Baba! Senin benden bir isteğin var mı?
Çoğumuza sormuşlardır kesin çocukluğumuzda, “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” diye.
İlk başta “Her ikisini.” desek de az ısrar sonucu utanarak, sıkılarak kısık sesle, “Annemi” diyorduk. Buna rağmen baba içindeki acıyı bize hissettirmeden tebessüm ediyordu. Kim bilir, belki de herkesin yanında utanıyordu. Ama bir gün gelir de kayıp giderse elinden, aile fertlerinin güzel yaşaması için ne tür zahmetlere katlandığını işte o zaman anlarsın.
Anne babaya gençliklerinde iyilik etmek, ihtiyarladıkları zamanda onlara yardım etmek farz kılınmıştır.
Peygamberimiz: “Ana-babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı halde, Cennet’e giremeyip Cehennemi boylayan kimseye yazıklar olsun” der. Hadis-i Şerifler’de buyrulmuştur ki: “Ana-babasına iyilik eden evlat, peygamberlerle beraber cennete girer.”
Ana-babaya saygı ayrıca Yüce Rabbimizin bir emridir. Bu sebeple onlara karşı iyi davranmamız bizlere dünya ve ahret saadeti kazandıracakken, onlara karşı takındığımız kötü tavırlar Yüce Rabbimizin bize karşı gazaplanmasına sebep olacaktır.
EDEP VE HAYA
Edep, Allah’ın rızasına uygun, dinimizin gerekli gördüğü, aklın da kabul ettiği hareket ve sözlerin tamamından ibarettir.
Haya, nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi, kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terk edilmesinden dolayı kişinin yüzünü kızartan sıkıntı halidir.
Dünyada rahat ve huzurlu olmak için edep ve haya dairesinde yaşamalı, herkesle iyi geçinmeli, hiçbir insanı incitmemeli. İnsanların kusurlarını ve ayıplarını araştırıp ifşa etmemeli.
Lokman Hekim’e; “Edebi kimden öğrendin?” diye sormuşlar. O da; “Edepsizlerden öğrendim.” diye cevap vermiştir. Kişi, edebe muhalif olan söz ve davranışlardan son derece sakınmalı, ağzından çıkacak her söze dikkat etmelidir. Edeb: Eline, diline ve beline sahip olmaktır.
Ziya Paşa edebin ehemmiyeti hakkında şöyle demiştir: “İlim meclisine girdim, kıldım talep / İlim taa gerilerde kaldı, illa edep illa edep.”
Bir şairimizde: “Edep bir taç imiş nuru Huda’dan / Giy ol tacı, emin ol her beladan” demiş.
Edep ve haya, her insanda güzel olmakla beraber, hanımlarda daha da güzeldir. Çünkü onlar, edep ve hayanın şefkat ve merhametin birer timsalidirler. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Haya güzeldir, fakat kadında daha güzeldir.” Edep ve haya sahibi olmak, aynı zamanda saygı-sevgi, nezaket, hoş görü, adalet ve dürüstlük gibi güzel vasıflara sahip olmayı da beraberinde getirir.
Edep ve haya sahibi olanlar övülür. Günümüzde büyük oranda insanlık, bir edep ve haya mahrumiyeti, bir ahlak çöküntüsü yaşamaktadır. Nefsinin isteklerine uyan edep ve haya duygusunu kaybeden bir gençlik görüyoruz. Bu gençler, sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile gayri meşru ilişkileri sıradanlaştırıyor ve yol kıyılarında, parklarda, AVM’lerde, otobüs duraklarında, pastanelerde edep ve haya sınırlarını yok edecek tavırlar sergilemekten kaçınmıyorlar.
Edebin ilk muallimleri anne ve babadır. Çocuk onlardan aldığı edeple topluma karışır sonra okul ve toplum menfi ya da müspet etkileri ile şekillenir. Unutulmamalıdır ki iyi bir aile terbiyesinden geçmiş insan, topluma rağmen hal ve davranışlarını kontrol altında tutabilir. Hz. Muhammed, “Evladınızı edepli, terbiyeli yetiştirin” buyurur.
Edep, hayalı ve vefalı olmaktır. Edep, pişman olunacak şeyleri yapmamaktır. Kısaca edep, güzel ahlaktır. Edep ve haya insan hayatına anlam katan ve toplum düzenini sağlayan ahlaki hasletlerdir. Bu duygulardan yoksun fert ve toplumlar ahlaki çöküntüden kurtulamaz. Edepli olan altın ağırlığında, edepsiz olan ise saman ağırlığında teraziye konacaktır.
Bursa’mızda Üfdade Hazretleri’nin türbesinin kapısının üzerinde, “Edep ya hu” kapının arkasına ise, “Edeple giren lütufla çıkar” yazılıdır. “Edep yahu- Utan, Edebini takın,” sözü, terbiye ve ahlaktan yoksun kişiler için söylenmiştir. Peygamberimizin damadı Hz Osman Peygamberimizin yanına geldiğinde Peygamberimiz ayağa kalkarmış. Sebebi sorduğunda şöyle buyurmuştur: “Meleklerin bile haya ettiği bir kimseden benim haya etmemem doğru olmaz.
Edep ve hayamızla insanların örnek aldığı Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olmaya gayret edelim.
SELAM VE DUA İLE…