Toplumun en küçük birim ailedir. Eğer aile yapısı sağlıklı ve sağlam olursa toplum da sağlıklı ve sağlam olur. Ailenin sağlıklı olması için ise aileyi oluşturan bireylerin sağlıklı iletişim içinde olması gerekir. Sağlıklı iletişimin olmazsa olmazı hoşgörülü olmaktır.
Hoşgürünün sözlük anlamı, her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, toleranstır.
Hz. Mevlana’nın yedi öğüdünden bir hoşgörü ile ilgilidir. “HOŞGÖRÜLÜLÜKTE DENİZ GİBİ Ol”der.
Eşiyle barışık olan işiyle barışık olur.
İşiyle barışık olan kişiyle barışık olur.
Kişiyle barışık olan toplumla barışık olur.
Aile içindeki uyumsuzluk, uyuşmazlığı; uyuşmazlık, tartışmayı; tartışma da huzursuzluğu getirir. Ailede uyum olması için aile içi sevgi, saygı ve hoşgörü ön sıralarda gelmektedir.
Birbirlerini saymayanlar, birbirlerini sevmezler. Sevgi olmayan yerde saygı olmaz. Saygı olmayan yerde de huzur olmaz.
Aile için uyumun ve mutluluğun sağlanması için bir takım yollar vardır.
Örneğin yaşlılar gençlere karşı tutum ve davranışlarını, kendi gençliklerini düşünerek ayarlamalı. Zamanın getirdiği yenilikleri göz önünde bulundurmalıdır. Gençlere karşı katı ve tahrik edici olmamalıdır.
Gençler ise bir zaman gelip kendilerinin de yaşlanacağını ve yaşlandıkça kırılgan olacaklarını akıllarından çıkarmamalıdırlar.
Bu iş için de aile içi diyaloglarda güzel ve olumlu şeyleri görmeye çalışmak gerekir. Bu konuda “GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR, GÜZEL DÜŞÜNEN HAYATINDAN TAT ALIR” düsturu akıldan çıkartılmamalıdır.
Aile içi şiddet olmamalıdır. Son yıllarda bu konudaki olumsuzluklar tahminlerin ötesinde artmıştır.
Boşanmalar hızla artmaktadır. Hele de kadına karşı şiddet, hatta öldürmeler yüzde bindörtyüzlere varan artışlara varmıştır.
Aile içi mutluluğun hatta insanlar arası mutluluğun en etkili ilacı hoşgörüdür.
DUYGULARIMIZI YÖNETİBİLİYOR MUYUZ?
İnsanımız,
– Güçlü olduğu zaman neden zalim oluyor da, güçsüzlüğünde zavallılaşıyor?
– Neden güçlünün önünde eğiliyor?
– Duygularını açıklarken neden kızarıp bozarıyor? Neden sıkılıyor. Neden kekeliyor?
– Neden başkasının hakkını yemeyi açık gözlülük saymıyor?
– Neden sorumluluk almaktan kaçıyor?
– Neden suçu hep başkasına atarak rahatlama yolunu seçiyor?
– Neden insanların yüzlerine söyleyemediklerini arkalarından konuşuyorlar?
– Neden aşağılık kompleksi içinde kıvranıp duruyorlar?
– Neden oldukları gibi görünmüyor ya da göründükleri gibi olmuyorlar?
NEDEN, NEDEN, NEDEN?…
Çünkü duygularını yönetmeyi bilmiyorlar. Duygular karışınca, akıl da karışıyor. Böyle olunca da hayat çekilmez oluyor.
Oysa doğru olanı, beyinle yüreği, akılla duyguları aynı çizgide buluşturmaktır.
Eğer böyle yapmayı başaramazsak rahatlayamayız.
Tıpkı ateşi yükselen bir hastanın yastığını ters çevirdiğinde rahatlamaması gibi.
Pekiyi ama duyguları yönetmek nedir?
Duyguları yönetmek, onları gizlemek değildir.
Duyguları yönetmek, kendinin farkında olmaktır. FARKINDA OLARAK YAŞAMAKTIR:
Kendinin farkında olmak, kendi değerini anlamaktır.
Kendi değerini anlamak başkalarının da değerini anlamaktır.
Duyguları yönetmek; kendini ölçebilmek, isteklerinin ne ölçüde gerçekleşebilirliğinin farkına varmaktır.
Duyguları yönetmek dengeli bir yaşam sürebilmek için planlı ve programlı olabilmektir.
Duygularını ve aklını bir arada yönetmeyi başarabilenler mutlu birer birey olurlar. Mutlu bireyler de mutlu toplumları oluşturur.