Karacabey kazası:
Hükümet Dairesi son derece eskimiş ve harap olmaya yüz tutmuş bir bina olup, hükümetin şanıyla uyumlu değildir. Mamafih Kaymakam Bey’in ifadesine nazaran hal-i hazırı yine iyi imiş. Kaymakam bey geldiği zaman toz topraktan içine girilmiyormuş. Örümceklere meskenmiş. Ben diyorum ki: Kaymakam beyin teşrif ettiği zamanla şimdiki hal arasında fark yoktur. Şu kadar ki Kaymakam beyin gözü alışmıştır.
Köylerin telefon gibi hudut sınırında bulunmamasından kanuni olayların takibinde çok sıkıntı çekiliyor. Faraza köyün birinde bir cinayet işleniyor. Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra ancak hükümet haberdar ediliyor. O müddet zarfında ise katil gideceği yere, gizleneceği mahalleye ferah ferah vasıl oluyor. Memurlar cinayet mahalline gidince maktulün cesedinden başka bir ize tesadüf edemiyorlar. Köylerin çevresinin bir kısmında jandarma karakol haneleri tesis olunup, merkez kazaya telefon hattı bağlanmış olsa bu gibi hallerin önünün bir dereceye kadar alınmış olacağı tabiidir.
İkinci olarak, mahkemeye şahitlik için celp edilen köylüler, doğru şahitlik ifadesinde bulunmadıklarından, bu cihetle adliye memurlarının da işi güçleşiyor. Bir köylüye “Ne için doğru şahitlik etmiyorsun?” diye sorsanız vereceği cevap gayet basittir. “Korkarız”
– Ne için korkarsının?
– Doğrusunu söylesek mücrimin ya kendisi ya akrabası düşman olur. Mahkum olmasına güya biz sebep olmuşuz gibi daima intikam almak fırsatına bakılıyor. Eline fırsat geçer geçmez evimizi samanımızı ateşliyor, velhasıl elinden ne fenalık geliyorsa yapıyor.
– Fenalık nasıl yapılıyor? Hükümetten korkmaz mı?
– Böyle bir fenalık yapan adam tabiidir ki kimsenin bulunmadığı, kimsenin göremeyeceği bir zamanda, bahusus gece vaktinde melanetini icra ediyor. Sonra şüphe üzerine tutuyorlar. Neticede ispat edilemediğinden beraat ediyor. Hanemiz yandıktan, samanlığımız kül olduktan başka üstüne mahkeme şeriflerini de veriyoruz. Kalplerde Allah korkusu kalmadıktan sonra kuldan mı korkacak!
– Ah efendi! Halimiz pek yaman. Hele hayvan hırsızlığı köylülerin canına tak etti. Her gün hayvan çalınıyor. Malum ya bizim Anadolu köylülerinin hemen ekserisi fakir ademlerdir. Bunların kuvveti zar zor geçinecek kadar ellerinde birer aletleri vardır. Ziraat yapan çiftçilerin bütün malları, hayatlarını devam ettirecekleri hayvanlarıdır. Beş dakika evinin yanında, hayvanının başı ucundan ayrılsan mutlaka beygirin, öküzün veya merkebinin (eşeğinin) aşırılmış olduğunu görürsün. Bazen başımıza tuhaf meseleler de çıkar. Mesela; Benim hayvanımı birisi çalar. Hayvanı ararız. Nihayet çalan adamı öğreniriz. O zaman herif hiç sıkılmadan haber gönderir. Mesela; “3-4 lira verirse hayvanını veririm” der. Beynimizde bir hayvanımızı kurtarma pazarlığı başlar. Böylece hayvanımızı tekrar satın alırız. Bu kestirme bir yoldur. İşi hükümete aksettirecek olursak zararlı çıkmamız en büyük ihtimaldir. Haydi hükümete duyurduk, ne olacak? Günlerce git gel, işinden kal. Masraflardan sonra davayı ya kazandık, ya kazanamadık. Eğer bu işler bütün dünyada böyle ise, artık yeryüzünde insanların rahatı kalkmış demektir.
Biçareler bütün dünyayı kendileri gibi sanıyorlar. Bu türlü yaşayış onlar için tabii bir hal olmuş. Bu hayvan hırsızı kotrabazlardan milletin çektiği nedir? Bu yüzden nice haneler kapanmıştır. Zavallı köylünün yarasına ne vakit merhem sürülecek? Derdine ne zaman şifa keşfi olacak? Bu hal ne vakte kadar böyle devam edecek? Köylüler Meşrutiyet’ten de hiçbir şey, ama zerre kadar hiçbir şey anlayamadılar. Faydası görülmeyen şeye muhabbet edilemeyeceği ise tabiidir. Dost değil bilakis düşman oluyorlar. Biçareler hürriyetten o kadar yılmışlar ki sözünü etmek istemiyorlar.
– Efendi, biz hürriyetten mürriyetten anlamayız, diyorlar. Ne vakit malımız, canımız emin olur, o vakit hürriyet var diyebiliriz. Biz bugün öyle bir esaret içindeyiz ki doğduğumuza pişman, yaşadığımıza hayranız.
Bir gün Kaymakam beyin yanında bulunuyordum. Bir takım köylüler hayvanlarının çalınmasından dolayı arzuhal vermiş, ağlayarak sızlayarak şikayette bulunuyorlardı.
– Kaymakam bey efendi buna bir çare bulunuz. Zira geçinmemiz nafakamız buna bağlıdır. Öküzümüz çalınırsa biz ne iş görebiliriz? Yazıktır. Aç kalıyoruz…
Zavallı koca sakallı, koca bıyıklı ağaların gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Yüreklerim eridi. Kaymakam bey derhal arzuhali konu ile ilgili bölüme havale buyurdu. Fakat köylü bu havaleden bıkmış, usanmış. Bu kadar zamandır derdine bir merci bulamıyor. Ah bu mahrumiyet. Ah bu zavallılık. Biçarenin sakalı ağardı. Hala gözleri gün görmedi. Ağla ey amca ağla! Ben de seninle beraber ağlamaya geldim. SON.